- a) Îmân, yeis hâlinde olmamalı, meselâ: Müslüman olmayan bir adam, son nefesinde azâbını görür ve ondan sonra îmân etmeye kalkarsa, onun îmânı makbûl değildir.
- b) Mü’min inkâr ve tekzîbe alâmet olan şeylerden birini yapmamalıdır. Meselâ: Allâhü Te‘âlâyı ve bütün Peygamberleri tasdîk edip de, Hazret-i Muhammed (s.a.v.)’in Peygamberliğine inanmayan, yâhud farz olduğu kesin olarak belli olan bir hükmü (namazın farz olduğu gibi) kendi ihtiyâriyle inkâr eden bir kimseye mü’min nazarıyla bakılamaz.
- c) Dînî hükümlerin hepsinin güzel olduğunu kabul edip hiçbirinin îfâsında inat ve kibirlilik yapmamalıdır. Meselâ: Bir adam namaz ve oruç gibi ibâdetlerden birini güzel görmez ve beğenmezse, yâhud sırf Allah’ın emirlerini yapmamak kasdiyle dînî bir vazîfeyi yapmaz veyâhud Allah’ın yasak ettiğini bildiği halde, inadına harâm olan bir şeye irtikâb ederse (yaparsa), o adam îmânını kaybeder, mü’min sayılmaz.
Bir insan için, sarsılmaz bir îmân kadar kıymetli bir şey yoktur. İnsanı dünyâda da âhirette de saâdete kavuşturacak olan ancak böyle bir îmândır. Fakat îmânın insanı âhiret saâdetine ulaştırabilmesi için ömrünün son dakîkasına kadar onu kaçırmamak şarttır. Bunun içindir ki, insan, nasıl tertemiz bir Müslüman olarak doğarsa, hayâtının sonuna kadar da öylece Müslüman yaşamaya ve Müslüman olarak ölmeye çalışmalıdır. Dînine, îmânına zarar verecek sözlerde ve işlerde bulunmamalıdır. Haramı haram, helâli helâl olarak bilmeli böylece inanmalıdır. Kur’ân-ı kerîme saygı ve ta’zim göstermeli, bâzı câhillerin yaptıkları gibi dîne, îmâna sövmemelidir. Beşeriyet iktizâsı, ağzından kötü bir lâkırdı çıkarsa hemen pişman olarak tevbe ve istiğfar etmeli, Allah (c.c.)’den af dilemelidir.
(Ahmed Hamdi Akseki, İslâm Dîni, 59-60.s.)