İmânın şartlarını, gereklerini yerine getirerek yaşamak lâzım ki, imânlı ölebilelim. İmânın birinci şartı da Allâhü Azîmü’ş-şân’a hakkıyla inanmaktır. Allâhü Azîmü’ş-şân’a hakkıyla imânın da şartını; “O (c.c.)’un görüyormuş gibi ibâdet etmek” olduğunu Nebî (s.a.v.) bildirmiştir.
İmânımızı taklitten tahkîke geçirmenin yolu, kalbimizi tasfiye edip, kalbi Allâh (c.c.) dışındaki şeylerden arındırmak, nefsimizi tezkiye edip kötü huy ve ahlâktan uzaklaştırmaktan geçer.
Efendimiz (s.a.v.) “Vücutta bir çiğnem et parçası vardır. Eğer o ıslah olursa bütün vücut ıslah olur. Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. Dikkat edin o, kalptir.” buyurmuştur. (Buhârî)
Cenâb-ı Hakk da Kur’ân-ı Kerîm’inde; “Kalpler ancak Allâh’ın zikriyle mutmain olur” (Ra’d s. 28) buyurmuşlardır. Kalbin hakkıyla iman sâhibi olabilmesi için az önce bahsedildiği gibi Allâh (c.c.)’a imândan başlamak üzere imânın bütün şartlarının tam mânâsıyla, mutmain olarak, kalbi ihâta etmesi, yâni imânın kalpte sâbit olması gerekir. Bunun olabilmesi için, imânımızı devamlı yenilemeli ki, Efendimiz (s.a.v.); “İmanınızı ‘Lâ ilâhe illallah’ sözü ile tecdit ediniz ve yenileyiniz” (et-Terğib ve’t- Terhib, 2.c., 415.s.) buyurmuştur.
İmânımızı “Lâ ilâhe illallah” sözünü çokça zikrederek yenilerken, imânın ve İslâm’ın diğer şartlarını da yerine getirmeye çalışmalıyız. Hakk Teâlâ Hazretleri, kendisine ve Resûlü (s.a.v.)’e nasıl imân edilmesini emrettiyse, Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.) hazerâtı nasıl inanıp imân etmişse, o şekliyle inanıp, imân etmemiz gerekir.
İmânın altı şartında anlatıldığı gibi inanıp imân eden, imânı kalbinde sâbit olan, imanın lezzetini kalbinde duymaya başlar.
(Ömer Muhammed Öztürk, Sohbetler 3, 76.s.)