Tüm evrenin kıyâmet denilen olay ile yok olmasından sonra, canlıların tekrar diriltilip mahşer meydanında Allâhü Teâla’nın huzurunda onun adâleti önünde hesaba çekilecekleri, ehl-i kitap ve diğerlerinin cehenneme girip ebedi kalacakları, günahkar müminlerin ise Allâh (c.c.)’ın affı neticesinde veya cezalarının çekilmesinden sonra tekrar cennete gireceğine ve orada ebedî olarak kalacaklarına kesin ve tereddütsüz olarak iman etmektir. İnanmayan veya bu konuda şüpheye düşenler kâfir olur. Çünkü ölümden sonraki hayatı inkar, diğer tüm inançları anlamsız kılar. Bu inkar aynı zamanda iyi bir hayatın gerçekleşmesi için, konmuş olan bütün yaptırımları tahrip eder.
Âhiret gününe iman etmek hayatımız için yüce bir gâye, yüksek bir hedef gösterir. Bu gaye hayır işlemek, günahları terketmek, iyi amellerde bulunmak, kötülükleri terketmek, nefsin isteklerine boyun eğmemektir. Yalnızca bu dünyadaki başarı ve başarısızlıkları göz önünde tutanlar, sadece bu dünyada başına gelecek yarar ve zararlarla ilgilenir. Bazı dünyevi yararlar elde etme ümidi yoksa iyi bir harekette bulunmak istemeyecek, bu dünyadaki çıkarlarını zedelemeyecek hiçbir kötü hareketten kaçınmayı düşünmeyecektir. Allâh (c.c.) Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurur:
“Âkıbet, kötülük edenlere yaptıklarının karşılığı ile ceza verecek, iyilik edenlere en güzel mükafatı verecek.” (Necm s. 31)
“Bizim sizi boş yere yarattığımızı, bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sanıyorsunuz?” (Mü’minûn s. 115)
Kıyâmetin kopması hak ve gerçektir. Lâkin vakti insanlar için meçhuldür.
Allâhü Teâla buyurur ki: “Güneş dürülüp ışığı kalmadığı, yıldızlar döküldüğü, dağlar yürütüldüğü, gebe develer başıboş bırakıldığı, vahşi hayvanlar bir araya toplandığı, denizler kabardığı, insanlar birleştiği, diri diri gömülen kıza hangi suçtan dolayı öldürüldüğünün sorulduğu, defterler açıldığı, gökyüzünün perdesi kalktığı, cehennem alevlendirildiği, cennet yaklaştırıldığı zaman, işte herkes ne hazırlamışsa onu görecek.” (Tekvir s. 1-14)
(Mehmet Çağlayan, Ehl-i Sünnet ve Akâidi, 228.s.)