İbrâhîm ibn Abdülazîz dedi ki: Yezid b. Hârûn’a: “Müftü fetvâ vermeğe ne zaman yetkili olur?” diye sordular. O da: “Ebû Hanîfe’nin mertebesine eriştiği zaman fetvâ vermeye yetkili olur” diye cevâb verdi.
Ca‘fer ibn Bezi’ şöyle der: Beş yıl Hazret-i İmâm’ın saâdet eşiği olan kapılarında talebelik yaptım. Ondan sâkin ve sessiz bir kimseyi görmedim. Ne zaman bir soru sorsalar, cevâb verir susarlar dünya kelâmı konuşmazlardı. Rivâyet edildiğine göre: Şu dört kimse gibi kimse dünyaya gelmedi ve gelmeyecektir de: Fıkıhta İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe, nahivde Halîl, tasnîfte Câhiz ve şiirde Ebû Temâme.
Abdullâh ibn Ezher’den rivâyete göre: Halef ibn Eyyûb’dan bir mes’ele sordular. İmâm-ı A‘zam ve Ebû Yûsuf böyle dedi, diye cevâb verdi. Ancak: “Bu mes’elede sen ne dersin?” dediler. “Ben iki demir dağdan rivâyet eyledim, siz bana sen ne dersin, diyorsunuz” diye karşılık verdi.
Yezîd ibn Hârûn’a; İmâm Mâlik’in ve Ebû Hanîfe’nin re’yleri (görüşleri) nasıldır, diye sormuşlar. Şöyle cevâb verdi: Fıkıh Ebû Hanîfe’nin sanâtıdır. Ebû Hanîfe’yle tartışıp da İmâm’ın susturamadığı kimseyi görmedim. Fıkıh ilmi sanki İmâm için yaratılmıştır.
Muhammed ibn Yezîd söyle der: “Amir’in derslerine devam ederdim.” Bana “İmâm’ın kitâblarını iyi oku, incele dedi. Ben: “Hadîs ögrenmek istiyorum, bana onun kitâbları gerekmez” dedim. Amir de: “Yetmis hadîs ögrendim ama Ebû Hanîfe’nin kitâblarını görmeden istincânın ne oldugunu ögrenemedim” dedi.
Şeddad ibn Hâkim der ki, “Eğer İmâm-ı Azam ve talebeleri olmasaydı nasıl amel edecegimizi bilemezdik.”
(El-Kerderî, İmâm-ı Azam Menkıbeleri, s. 111-115-124)