Arkadaşlarım, kardeşlerim iyi biliniz ki, kim Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebi  doğrultusunda yaşarsa ne bidatçi ne de heva sahibi olur. Efendimiz Peygamberimiz (s.a.v.)’in şefaatine nail olabilmeniz için Ehl-i Sünnet’in bu temel esaslarına sıkı sıkıya bağlanın.
İmân, dil ile ikrar ve kalp ile tasdiktir. Tek başına ikrar imân kabul edilmez. Çünkü, tek başında ikrar imân addedilse idi münafıkların tamamı mümin olurdu.
Aynı şekilde sadece kalbin idrak etmesi (tasdik) de imân olmaz. Eğer bu durum tek başına yeterli olsa idi, Ehl-i Kitab’ın tamamı mümin olurdu. Halbuki Allâhü Teâlâ dilleriyle ikrar eden münafıklar hakkında şöyle buyurmaktadır; “Allâh o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduklarına şahadet eder.” Ehl-i Kitap hakkında İse varid olan âyet şöyledir; “Kendilerine kitap verdiklerimiz Peygamber’i, oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.” Ne var ki bunu kabullenip dilleriyle ikrar etmezler.
İmân ne artar ne de eksilir. Çünkü imânın azalması ancak küfrün artması ile; artması da ancak küfrün azalması ile tasavvur edilebilir. Bu durumda, bir kişinin aynı anda mümin ve kafir olması nasıl mümkün olur?
Mümin, gerçek anlamda inanan, kafir de hakiki mânâda inkar edendir, imânda şüphe olmaz. Tıpkı küfürde olmadığı gibi. Bu bağlamda Cenâb-ı Hakk şöyle buyurmaktadır: “İşte onlar gerçekten mümindirler.” ve “işte onlar gerçekten kafirdirler.” Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in ümmetine dahil olan günahkârların tamamı gerçekten mümindir, kafir değillerdir.
Hayır ve şerrin takdiri Allâh (c.c.)’dandır. Eğer birisi hayır ve şerrin takdirinin Allâh (c.c.)’dan başkasına ait olduğunu iddia ederse Allah-u Teâlâ’yı inkâr etmiş olur. Onun tevhit inancı da batıl olur. Her şeyin en iyisini Allâhü Teâlâ bilir.
(İmam-ı Azam, Fıkh-ı Ekber; İnkişaf Dergisi, 6.sayı 43-44.s.)