İmâm-ı A’zam Hazretleri’nin âdeti geceleri namâz kılar­ken iki rek’atta Kur’ân-ı Kerîm’i hatmetmekti. Bir gece yine bu sekilde namâz kıldıktan sonra etrafındakiler;
“Efendim siz daha evvel iki rek’atta hatmederdiniz, bu sefer birinci rek’atı çok uzun tuttunuz, neredeyse sabah namâzı vakti girmek üzereyken rükû edip o rek’atı tamam­ladınız ve ikinci rek’atta da çok kısa bir sûre okuyup namâzı tamamladınız. Bunun sebebi ve hikmeti nedir?” diye sordu­lar. İmâm-ı A’zam Hazretleri cevâben: “Kur’ân’ın tadı beni öyle bir sardı ki Nas sûresine gelince uyandım.” buyuruyor. Bu nasıl bir huşûdur, nasıl bir huzûrdur, nasıl Allâh (c.c.) ile beraber olmaktır, bu nasıl Kur’ân okumaktır?
Birisi: “İmâm-ı A’zam (r.a.)’i yatsı namâzı çıkışında gör­düm. Bir sual sorulmuştu. İmâm-ı A’zam (r.a.)’in ayağının birisi mescidin içerisinde birisi dışarısındaydı. Evime gittim istirahât ettim, teheccüd kıldım, sabah namâzına geldim baktım ki Hazret yine olduğu yerde duruyor, o suali ce­vaplanmaya devam ediyor. Sonra ezan okundu, dışarıdaki ayağını içeri aldı sabah namâzına geçti.” diyor.
Kendisine birbirine karışan iki koyun sürüsü hakkında mürâcaat edildiğinde onların arasında hakemlik yaptıktan sonra bir koyun kaç sene yaşar diye soruyor ve acaba o şüpheli sürüden bana bir şey bulaşır mı diye o kadar sene et yemiyor. Allâh (c.c.) şefâatine nâil eylesin.
Fatih Sultan Mehmed Han, Gedik Ahmet Paşa’yı Otran­to seferine gönderdiğinde: “O İtalya Kralı’na söyle çizmeyi ayağıma giyerim. Bizim yaşadığımızı onlar hayal dahi ede­mezler.” demiştir.
Biz Sahâbe-i Kirâm (r.a.e.) gibi, İmâm-ı A’zam (r.a.) gibi zâtların yaşadıklarını zaten yaşayamayız da en azından hayal edelim; “Ya Rabbi bize de onların yolunda olmayı nasip et.” diyelim. Allâh (c.c.) bizleri bu zâtların şefââtine nâil eylesin. Âmin
(Ömer Muhammed Öztürk, Sohbetler-1, s.87-88)