Bil ki, Allâhü Te’âlâ bizim Peygamberimiz (s.a.v.)’i bütün peygamberler (a.s.e.)’den üstün kılmış ve O (s.a.v.) ümmeti içinde fıkıh ve marifette birer nebî gibi olan ve O (s.a.v.)’in halîfesi durumunda bulunan muhaddisler, müctehidler, âlimler, fakîhler, âbidler ve velîler yaratmıştır. İctihâd yönünden bunların önünde olan, itikâd yönünden bunların en temiz olanı, yetkinliği en açık olanı, yolu en sağlam ve en doğru olanı, imâmların imâmı, bu ümmetin yıldızı, himmet sahibi, kervanın başı imâmımız Ebû Hanîfe (r.a.)’dir.

Kendisi şeriatin yüzünden gizlilik örtüsünü kaldırmış, fıkhın alnından karanlığının bulutunu dağıtmış, ayakların kaydığı yerlerde ayaklarını sağlam zemine basmış, bütün güç ve gayretini şer‘î ahkâmı ihkâm etmek (sağlamlaştırmak) için kullanmıştır. Ondan sonra gelenler, onun ilim denizine dalmış, o denizden inciler çıkarmış ve bu incilerden süs ve ziynetler oluşturmuşlardır. Onun sofrasında yemek yiyenler helâl gıda ile beslenmiş olur, büyüklerinin iyiliğiyle geçinmiş olurlar. Çünkü insanlar fıkıhta onun çoluk çocuğu gibidir. Nitekim, büyük imâm, fahâmet sahibi seyyid, İmâm Şâfiî (rh.a): “İnsanlar fıkıhta Ebû Hanîfe (rh.a.)’in iyâlidirler (ailesi, çoluk çocuğu gibidirler).” demiştir. Ve bu hakîkati bazıları şiirleştirip şöyle demiştir:

“Tüm dünyanın imâmları, hepsi ailesi onun. Ebû Hanîfe (rh.a.) imâm. Ve kim kendisine karşı kibirlenip burnunu kaldırırsa, Allâh (c.c.) onu cezalandırıp âlemlere ibret eder. İlmi de onun için yük ve günâh olur.”

Nitekim bu zamanda böyle bir taife türemiştir. Bu taife, büyüklüğün kadrini bilmez, İmâm-ı Âzâm Ebû Hanîfe (rh.a.)’in yaktığı ışığı söndürmeye çalışır, onu küçümser ve hakîr görür; onu eleştirmeyi kendisine iş bilir, ona uyanlara sövüp saymayı marifet sanır. Halbuki muhaddis imamların, İmamı Âzâm (rh.a.) hakkındaki övgü ve şahitlikleri anlamak isteyen için yeterlidir.

(Zafer Ahmed et-Tehânevî, İ’lâüssünen Mukaddime I, s.252