İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in babası Sâbit genç abid ve zahitti. Bir gün su kanalından abdest alırken suda gördüğü bir elmayı alıp yedi. Abdest aldıktan sonra tükürdüğünde ise tükrüğünün kanlı olduğunu gördü ve kendi kendine; “Herhalde yediğim haram olmalı, yoksa tükrüğümün rengi değişmezdi” dedi ve su arkını takip ederek elma ağacını buldu. Ağacın sahibine durumu anlattı ve yediği elma karşılığında bir dirhem vererek; “Hakkını helâl et” dedi. Elma ağacının sahibi onun dînine son derece bağlı olduğunu görünce; “Bir dirhem değil bin dirhem hatta daha fazla versen bile sana hakkımı helâl etmem” dedi. Bunun üzerine Sâbit; “Peki hakkını nasıl helâl edersin?” diye sordu. Adam şöyle cevap verdi: “Benim gözleri görmeyen, konuşamayan, kulakları sağır ve yürüyemeyen bir kızım var, onunla evlenirsen hakkımı helâl ederim. Aksi takdirde hakkımı senden hesap gününde isterim” dedi. Bir müddet düşünen Sâbit kendi kendine: “Dünya azâbı daha kolay ve geçici, ahiret azâbı ise daha şiddetli ve ebedi, onunla evlen” diyerek söylendi ve onunla evlendi. İlk karşılaştığında kadın onu çok güzel karşıladı. Sâbit gördüklerine şaşırdı. Zira işiten, gören ve konuşan biriyle karşılaşmıştı. Kadın ona; “Ben falanın kızı ve senin eşinim” deyince Sâbit; “Ben seni babanın bana anlattığının aksine buldum” diye karşılık verdi. Bunun üzerine hanımı; “Evet babam doğru söylemiş, çünkü ben yıllarca evden dışarı çıkmadım, yabancı hiçbir kimseyi görmedim, onlarla konuşmadım” deyince Sâbit durumu anladı ve “Sıkıntımızı gideren Allâh (c.c.)’a hâmd olsun, Râbbimiz çok bağışlayandır” (Fâtır s. 34) âyetini okudu. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in sahip olduğu zühd ve takvânın kaynağı da bu olmalıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.) de; “Evleneceğiniz kadın husûsunda seçici davranınız. Çünkü damarın nereye çekeceği hiç belli olmaz” buyurmak sûretiyle böylesi durumlara işaret etmiştir.
(Muhaddisler Nazarında İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe, c.1, s.38-39)