Âlimler, İmâm-ı Azam’ın takvası, ibâdeti ve zühdünde icma etmişlerdir. Kalbi ahlaki kötülüklerden arı, her çeşit faziletle süslü, Allâh ve Resûlü (s.a.v.)’in getirdiklerine sıkı sıkıya bağ¬lıydı. O evliyaların ve imâmlarının en büyüğüydü.
İmâm Abdullâh b. el-Mübarek: “Ebû Hanife (r.a.)’den daha çok Allâh’tan korkan birisini görmedim.” demektedir.
Abdürrezzak b. Hemmam: “Ebû Hanife (r.a.)’e her rastladı¬ğımda gözlerinde ve yanaklarında ağlama izlerini görürdüm.” demiştir.
Hafs b. Abdurrrahman: “Ben, takva sahibi, zahit, fakih ve âlimlerden çeşitli insanlarla birlikte oldum. Ama İmam-ı Azam (r.a.) gibi bütün özellikleri kendisinde toplayan hiç kimseyi gör¬medim.” demiştir.
İmâm Ahmed b. Hanbel: “O, âlim, zahit ve takva ehlidir. Hiç kimsenin sahip olamayacağı maddi imkanlarına karşılık yine de ahiret yurdunu tercih edenlerdendir.” demiştir.
Yezid b. Harun: “Ebû Hanife muttaki, temiz, zahit, vera’ sahibi, doğru sözlü ve devrinde en güçlü hâfızaya sahip olan âlimdi.” demiştir.
Hasan b. Muhammed: “Ebû Hanife (r.a.)’e bakan kişi ibâdete olan düşkünlüğünden, zayıflayan vücudu ve sararan yüzünden ötürü O’na acırdı.” demiştir.
Zahit Davut et-Tai: “O, gece yürüyüşüne çıkanların kendi¬siyle yolunu bulabilecekleri bir yıldız gibidir. Müminlerin gönül¬lerinde taht Kur’ân önemli bir şahsiyettir.” demektedir.
Kuşeyri, risâlesinin takva bahsinde şunları söyler: “Ebû Ha¬nife (r.a.) alacaklısının ağacının gölgesinde oturmaz ve şöyle derdi: ‘Her verilen borç beraberinde bir menfaat getiriyorsa o faizdir.” demiştir.
Muhammed b. Hasan eş-Şeybani şunları söylemektedir: “Ebû Hanife (r.a.) zamanında tekti. O’nun dünyadan ayrılması, ilimde, keremde, lütufta, takvada ve Allâh için tercih etmede dağ gibi olan birinin ilim ve fıkhıyla birlikte yeryüzünü terk et¬mesi demekti.”
(Prof. Dr. Muhammed Tahir Nur Veli, İnkişaf Dergisi, Sayı 7)