İslâm dîninde ilmin kıymeti pek büyüktür. İlim bir nurdur, bir hayattır, bir cemiyetin yaşamasına ve yükselmesine sebebdir. Cahillik ise, bir karanlıktır, bir ölüm, bir felakettir. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, Lokman Hekîm’in oğluna şöyle bir öğüt vermiş olduğunu buyurmuştur:
“Yavrum! Âlimlerin meclisine devam et, hakîmlerin sözlerini dinle. Çünkü Yüce Allâh yeryüzünü çisinti ile dirilttiği gibi, ölü bir kalbi de şübhesiz hikmet nûru ile diriltir.”
İslâm’da her meslek sahibi için, o meslekle ilgili dînî meseleleri bilmek bir farzdır, önemli bir görevdir. Ticaretle uğraşacak kimselerin ticaretle ilgili helâl ve haram gibi işleri önce öğrenmeleri gerekir. Böylece yapacakları işlemlerde dîne aykırı bir şey bulunmamış olur.
İslâm kadınları, abdest, namaz ve oruç gibi dinle ilgili bir kısım meseleleri ya kocaları ve mahremleri aracılığı ile öğrenir veya kocalarının izni ile ara sıra bir ilim meclisine giderek öğrenmeye çalışırlar. Fakat kocalarının rızası olmadıkça bir ilim meclisine çıkıp gidemezler.
Ancak bir kadına dinle ilgili bir meseleyi öğretmek gereği yüz gösterirse bakılır: Eğer kocası bu meseleyi çözer veya ehlinden öğrenip kendisine bildirirse maksad elde edilmiş olur. Fakat kocası bunu çözemez ve sorup öğrenmekten çekinirse, kadın o meseleyi gidip ehlinden öğrenmek yetkisine sahibdir. Yeter ki o kadın, İslâm âdâbına uygun hareket etmiş olsun.
İlim alanında hakka yardım için, bir hakkın açıklanmasını ortaya çıkarmak için, ilim üzerinde bilgilerin artmasını sağlamak için yapılan karşılıklı görüşmeler ve münazaralar câizdir. Bunlar ibadetten sayılır. Fakat bir müslümanı aşağı düşürmek ve mahcub etmek için, bir mala veya bir rütbeye kavuşmak için yapılacak etkili ve fazla konuşmalar ve tenkidler haramdır, İslâm ahlâkına aykırıdır
(Ömer Nasûhî Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli, s.437)