Din akıl ve şuur sahibi olan insanları, kendi hür irade ve istekleri ile zaten hayır olan şeylere sevkeden ilahi bir kanundur. İnsanların yaratılışlarındaki gayeye ulaşabilmeleri için takip edilmesi gereken yolu gösteren ve peygamberlerin tebliğine dayanan, kemal gayesine ermek için en doğru ve en nurlu yolu gösteren ilâhi bir kanundur.
Dinin kurucusu Cenâb-ı Hakk’tır. Allâhü Teâla’nın dışındaki hiçbir fert ve güç dinin kurucusu olamaz. En küçük toz zerrelerinden göklerdeki muhteşem galaksilere kadar kâinatı oluşturan, her şeyi idare eden, kainatın yaratıcısı ve hâkimi olan Allâhü Teâla tarafından gönderilen bütün şeriatlerin menşei bir olup hepsi de insanları yalnızca evrenin yaratıcısı Allâh (c.c.)’e ibadet etmeye, yalnızca O (c.c.)’ün koyduğu kurallara itaat etmeye ve bu kurallar çerçevesinde hayatlarını düzenlemeye davet eder.
İslam Ulemâsı dini, Allâhü Teâla tarafından vahyolunan ve insanlığı her iki dünyada mutluluğa erdiren itikadî ve amelî nizam şeklinde tanımlar. Dinin temeli itikaddır. Bu yüzden bu akidenin çok iyi bilinmesi gereklidir. Din sade vicdani bir iş veya ruhsuz bir takım şekil ve törenlerden ibaret değildir. Onun gerçek hedefi insanlığı olgunluğun zirvesine ulaştırmak, dünyada selâmete, âhirette de mutluluğa kavuşturmaktır.
Allâh (c.c.) inancından mahrum Jean Jacques Rousseau şu sözü söylemek zorunda kaldı:
“Şuna kesinlikle inandım ki, ilâhi vahye dayanmayan bir din, beşer vicdanını fethedemez.” Şeriat da Allâh (c.c.)’den gelen emir ve yasaklar ile Nebî (s.a.v.)’in bildirdiği usûldür. Şeriatı tanımamak ve şeriâta sövmek asla caiz değildir. Şer-i Şerif’e saygı göstererek bağlanmak her müslümanın vazifesidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de,
“(Allâhü Teâlâ) sizin için dinden bir şeriat kıldı” (Şûra s. 68) buyrulmaktadır.
(Mehmet Çağlayan, Ehl-i Sünnet ve Akâidi, 23.s.)