Cenâb-ı Mevlâ Hazretleri “Allâh’a karşı gurûrunuz sizi aldatmasın.” (Lokman s. 33) buyurmuştur. Yani lânetlenmiş şeytân sizi benim af ve mağfiretimin çokluğu ile aldatıp terte¬miz şeriatımın sınırları dışarısına çıkarmasın. Gerçi Cenâb-ı Hakk’ın af ve mağfireti çoktur. Lütuf ve keremine nihâyet yoktur. Merhamet ve inâyeti boldur. Lâkin dünyada olduğu gibi âhirette de şer’î kanununun hükmü değişmez, yürürlük¬ten kaldırılamaz. Değerinden hiçbir şey kaybetmez.
Ne kadar şefkatli, merhametli ve iyiliksever olursa olsun bir hâkim, kanunun hükmünü değiştiremez. Velev kendi ço¬cuğu aleyhine bile olsa adâletin hükmünü yerine getirmekten geri durmaz. İşte Cenâb-ı Hakk bu gerçeği bize açıklıyor.
Yani benim zâtıma mahsûs merhametime aldanıp da şer’î kanûnlara aykırı hareketlerde bulunmayınız. Çünkü cezâlandırılırsınız diyor.
Burada bir mesele akla gelebilir. Şöyle ki, “Şeriata aykırı hareketlerde bulunmayan bir insan için yine de af ve mağ¬firete ihtiyaç duyulur mu?” sorusuna cevap olarak: Evet, herkesin bildiği gibi kendisine nimet verilenin, nimet verene teşekkürü vâcibtir. Nimete karşılık teşekkür etmeyen kişiye nankör denilir. Hakkındaki nimetler kesilir, verilmez.
Maksadımızı anlatabilmek için şunu da söyleyebilirim ki, Cenâb-ı Seyyidü’l-beşer, Şefî-i arsa-i mahşer (s.a.v.) Efendi¬miz bir gün ashâbına hitaben;
“Merhametlilerin en merhametlisi olan Cenâb-ı Hakk’ın lütuf ve merhameti, keremi ve inâyeti olmadıkça hiçbir kimse cennete girmeye ve vuslata ermeye hak ka-zanamaz.” buyuruyor.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bu konuşmasından sonra
Sahâbe-i Güzin (r.a.e.) Hazretleri: “Ya Resûlullâh (s.a.v.) siz de öyle mi?” demelerine karşılık:
“Evet ben de öyle.” buyurmuş ve ilâhi rahmetin kendileri için oldukça fazla tecellî ettiğini de ilâve ederek cevap verdik¬leri rivâyet edilmiştir.
(Muhammed Esad Erbili (k.s), Mektubat, s.363-365)