Birgün Nebî-yi Muhterem (s.a.v), (Saad bin ebî Vakkas (r.a.)’e) uğradı, O da o anda abdest alıyordu;
Hemen Peygamber (s.a.v) ona buyurdu ki:
“Bu ne israf? ya Saad!”
Sa’d (r.a.): “Abdestte, israf olur mu, Ya Resûlullâh (s.a.v.)?” dedi.
Peygamber (s.a.v): “Evet! Velev ki akıcı bir ırmak kenarında da olsan.” buyurdu. (Hadîsi, Ahmed bin Hanbel ve İbn Mâce rivâyet etmişlerdir.)
İsraf, ibâdetde, yemede, içmede, konuşmada, ve hatta istirahatta bile olabilmektedir.
Bir âyeti kerîmede şöyle buyrulmuştur:
“Yiyiniz, içiniz ve fakat israf etmeyiniz. Zira Allâhü Teâla israf ederek har vurup harman savuranları, kat’iyyen sevmez.” (Araf s. 31)
Diğer bir âyette şöyledir:
“Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış kimseye, hakkını ver ve fakat (malını) tamamen saçıp savurma.
Çünkü mallarını ve canlarını israfla harcayanlar, şeytânların kardeşleridir. Şeytân ise, Rabbisi’ne karşı çok nankörlük etmiştir.” (Îsrâ s. 26-27)
Bu son âyeti kerîme mealine göre, israf edici kimse, şeytânın kardeşidir. Şeytânın kardeşi ise, şeytândır.
İnsan için, kendisine şeytân ismi verilmesinden daha şiddetli bir kötüleme olamaz.
Fir’avnın ve kavminin, keza Lût (a.s.) azgın kavminin kötülükleri, israf edici kavm oldukları muhtelif âyetlerde beyan edilmiştir.
Şu halde mümine yakışan, her hususta, ibâdet ve tâatında, israfdan kaçınmak, haram ve günahlardan uzak durarak Hakk Teâla’ya, adâletli ve dosdoğru kulluk yapmakdır.
(Hâfız Münziri, Mişkat El Mesabih Tercümesi, c.2 s.408-410.)