İbn-i Abbas (r.a.), Hz. Âmine (r.ânhâ)’nın şöyle söylediğini rivayet eder: “Ben altı aylık gebe iken bir gece rüyamda birisi yanıma geldi ve “Ya! Âmine, muhakkak bil ki, sen, âlemin en hayırlısıyla hamile kaldın. Doğurduğun zaman ismini Muhammed koy ve halini kimseye söyleme, sakla” dedi. Sonra doğuracağım gün Abdülmuttalib Kâbe’yi tavaf etmeğe gitmişti. Evde yalnız kalmıştım. Kulağıma şiddetli bir ses geldi. Korktum. O anda bir ak kuşun hemen yanıma gelip kanadıyla belimi sıvadığını gördüm. Bunun üzerine bende ne korku, ne de acı bir şey kalmadı. Yan taraftan ak bir kâse ile bana şerbet sundular. Alıp içtiğimde her yanımı büyük bir nur kapladı ve o anda Muhammed (s.a.v.) dünyaya şeref verdi. O anda Abdi Menaf kızlarına benzeyen birkaç hatun beni ziyaret ettiler. Boyları, hurma ağaçları kadar uzundu. Onları görünce şaştım “Ya Rab, bunlar kimdir?” dedim.”
Bir rivayete göre doğuracağı zaman Hz. Âmine’nin (r.anhâ) gözünden perde kalktı ve doğu ile batıyı seyretti. Hz. Âmine (r.anhâ) diyor ki; “doğuda, batıda ve Kâbe’nin damında birer sancak dikildiğini gördüm. Sonra yine doğurduğum anda Muhammed (s.a.v.)’in secde ettiğini ve yalvaran bir kimse gibi parmaklarını göğe doğru kaldırdığını gördüm. Az sonra bir ak bulut inip Muhammed (s.a.v.)’i sardı ve bir müddet gözümden kayboldu. O anda şöyle bir ses işittim. Doğuyu ve batıyı gezdirin, denizleri dolaştırın tâ ki, bütün varlıklar, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i ismiyle, sıfatlarıyla nurlu yüzü ile bilsinler. Az sonra bulut çekilip gitti.”
(İmam Kastalânî, İlâhî Râhmet Mevahibülledünniye, s.35)