Kâinatın efendisi (s.a.v.)’in muhterem annesi Âmine (r.a.)’den nakledildiğine göre, hamileliği altı aya ulaşıncaya değin kadınların âdetine uygun olarak hamileliğin belirtilerinin ağırlığına dair herhangi bir şey hissetmemiştir. Fakat bir gün uykudayken, “Gözü yerde, sözü dilde” ifadesinde anlatıldığı gibi aydınlık yüzlü bir ihtiyarın ruhaniyeti görünmüş, “Sen kime hamile olduğunu biliyor musun?” diye sormuş. Hz. Âmine (r.a.)’in utanarak susması üzerine, “Ey namusunu koruyan kadın, sana müjdeler olsun ki ahir zaman peygamberine hamilesin” dediği anda hamile olduğunu anlamıştır. Doğum zamanı yaklaşınca yine o uğurlu ihtiyar kendini gösterip, “Onu bütün hasetçilerin şerrinden, hiçbir şeye ve hiç kimseye ihtiyacı olmayan bir tek Allâh (c.c.)’a emanet ediyorum” şeklindeki mübarek duâyı yazdırmış ve “Doğacak olan övülmüş o çocuğa muska gibi as ve dünyaya gelince ismini Muhammed koy!” demiştir. Yine Hz. Âmine (r.a.)’den aktarılır ki, cinlerin ve insanların efendisi (s.a.v.)’e hamile olunca rüyasında, nazik bedeninde parlaklığı artan bir nur ortaya çıkıp gökkubbeyi tamamen kapladığı için, Beytullâh ve Mekke-i Mükerreme ile Basra’daki binalar hep görünür olmuştur. Bütün âlemin şefaatçisi Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in ana karnında dokuz ay kaldığı ve Hz. Abdullah (r.a.)’in kâinatın eşsiz incisi, cihanın parlak güneşi, peygamberlerin sığınağı Hz. Peygamber (s.a.v.)’den başka evlâdı olmadığı tevâtüren aktarılır. Mahşer gününde babası, annesi ve amcası Ebû Tâlib hazretlerine, hatta câhiliye zamanında kardeşlik edenlere şefaat edeceği de siyer kitaplarında kuvvetli senetlerle anlatılmaktadır. (Eyüp Sabri Paşa, Mahmudu’s Siyer, s.42-43)