1. asırda İngiltere’nin İstanbul sefîrliğinde bulunmuş Türk ve İslâm düşmanı Sir James Porter, Londra’da 1769’da neşredilen ve Fransızca “Observations sur la Religion, les Loix, Le Gurvernement et Les Moeurs des Turcs” isimli kitabın 2. cildinin 53. sahifesinde şu itiraflarda bulunmak zorunda kalmıştır: “Türkler, ister hırsızlığı insanlığa yakışmayacak menfûr bir hareket sayarak alçaklık ve şerefsizlik olarak görsünler; ister kanunun pek kahredici şiddetinden hakîkaten yılmış olsunlar, herhâlde şurası muhakkaktır ki, İstanbul’da Türkler tarafından işlenmiş yankesicilik, dolandırıcılık ve soygunculuk vak’aları yoktur. İnsan bu şehirde Bulgarlar’dan sakınmalıdır; çünkü onların ekserisi hîlekâr ve dolandırıcıdır. Bununla birlikte yani bütün bunlara rağmen, İstanbul’da huzur ve emniyyet içinde yaşamak ve evlerin kapılarını hemen her zaman ardına kadar açık bırakmak mümkündür.”
  2. asrın başlarında Türkiye’ye gelmiş ve memleketimizle ilgili çeşitli eserler neşreden Fransız A. L. Castellan’ın 1811’de, “L’Hellespont et Constontinople” adıyla neşredilen eserin 2. cild 22. sahifesinde o zamanki Türk Emniyyet ve Adliyesi’nin sür’ât ve şiddetini gösteren misallerin zikrinden sonra şu neticeye varır:“Bu şiddet misâllerinin cinayet vak’alarını gâyet nâdir bir hâle getirmek gibi büyük bir faidesi vardır. İstanbul’da gündüz olduğu gibi geceleyin de insan hiçbir düzenlenmiş taarruz korkusu olmadan dolaşabilir. Zâten ahâli bilhâssa evlerde hırsızlık vak’aları olmamasına büyük bir dikkatle itinâ gösterir; çünkü öyle bir vak’a cereyan eden sokağın bütün sâkinleri çalınan malın tazmîniyle mükelleftirler.”

Eski Türkiye’de evlerin kapıları her zaman ardına kadar açık bırakılabilir veyâ tahta bir mandalla tutturulurdu. Dükkânlar da aynı vaziyetteydi. Eski Türkiye’de ender vâki olan zâbıta vak’alarının sorumluları ve suçluları; Rumlar, Bulgarlar ve sonradan bozulan, azan devşirmelerdir.
(İsmail Hâmî Dânişmend, Garb Membalarına Göre
Eski Türk Seciyye ve Ahlâkı, İst: 1961, 11-16.s.)