Huşu hakkında Allâh Te’âlâ şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz müminler kurtuluşa erdiler. Onlar namazlarını huşu içinde kılanlardır.”(Mü’minun s.1,2)
Bir tanesine, “Huşu nedir?” diye sorulunca şu cevabı vermiştir: “Huşu, kalbin bütün himmet ve düşüncesini toplayarak Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda hazır bir halde bulunmasıdır.”
Sehl b. Abdullah-ı Tüsterî demiştir ki: “Kimin kalbi huşu içinde olursa, şeytan ona yaklaşamaz.”
Ariflerden biri, bir adamı gördü. Adam, belini bükmüş, başını eğmiş, gözlerini yummuş bir vaziyette oturuyordu. Arif, adama göğsünü işaret ederek, “Ey falanca, huşu buradadır, omuzlarda değildir” dedi.
Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v), namazda sakalıyla oynayan bir adamı gördüğünde,
“Eğer bu adamın kalbi huşu içinde olsaydı, azaları da huşûlu (sakin ve huzur içinde) olurdu” buyurdu.
Denilmiştir ki: Namazda huşunun şartı, namaz kılan kimsenin sağında ve solunda kimin namaz kıldığını bilmeyecek derecede kendini namaza vermesidir.
Huşûyu şöyle tarif etmek de mümkündür:
Huşu, kalbin Hak Te’âlâ’yı müşahede etmesinden dolayı iç âlemin edeple boyun eğmesidir. Huşu, yüce rabbi müşahede anında kalbin kendinden geçmesidir.
Denilmiştir ki: Huşu, hakikat sultanı ortaya çıkınca, kalbin eriyip boyun bükmesidir. Şöyle de denmiştir: Huşu, ilâhî heybetin kalbi kaplamasının başlangıcıdır. Huşu, hakikatin aniden açılması esnasında kalbe gelen ürperti ve titremedir.
Fudayl b. İyâz demiştir ki: “Önceki büyükler, bir kimsenin dışındaki huşunun içindeki huşûdan daha fazla olmasını hoş bulmazlardı.” Ebû Süleyman Dârânî demiştir ki: “Eğer bütün insanlar toplanıp benim kendimi alçalttığımdan daha fazla alcıtmaya çalışsalar, buna güçleri yetmezdi (Ben nefsimi, kimsenin alçaltamayacağı kadar aşağıda görürüm).”
(İmam Kuşeyri, Kuşeyr Risalesi, s.319-320)