Hicretin altıncı senesinde Ka’beyi ziyaret mak­sadıyla Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ashâbiyle beraber Medine’den çıkmıştı. Mekke’ye yaklaştık­ları sırada mukavemetle müşkilat çıkarılacağı an­laşılması üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ashâbiyle istişare eyledi. Hz. Ebu Bekir şu müta­lâayı dermiyan etti:
( «Yâ Resûlallâh bizim maksadımız harp ve darp değildir. Kabe’yi ziyarettir. Onun için yolumuzda durmakta ma’na yoktur.» dedi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz de bu fikri kabul ile Hudeybiye musahalası akd olundu. Bu muahede müslümanlardan ziyade müşriklerin lehinde gibi görü­nüyordu. Hz. Ömer (r.a.) son derece muzdarip olmuş. Hz. Ebu Bekir (r.a.)’e anlatmış, Hz. Ebu Bekr (r.a.) de O’na:
«Hz. Muhammed (s.a.v.) peygamberdir. Ne ya­parsa Allah (c.c.)’in emriyle yapar. Allah (c c.) onun her zaman nasırı ve muinidir.» demiştir. Bilâhare Hz. Ömer (r.a.) de bu muahedenin hakikaten bir feth-i mübin olduğunu anlamıştı.
***
Vacib: Yapılması şer’an kat’î derecede biri delil ile sabit olmamakla beraber herhalde pek kuvvetli bir delil ile sabit bulunan sevap, terk edilmesinde de azab vardır. İnkâr edilmesi bid’at’tır, ma’siyettir. Bunlarda vaciblerin hükmüdür.