Hindistan’da yetişen büyük İslâm âlimlerinden ve evliyânın en üstünlerinden, İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin torunu ve Muhammed Ma’sûm (k.s.)’un üçüncü oğludur. Amcası Muhammed Saîd, Muhammed Ubeydullah’ın doğumuyla ilgili olarak şöyle buyurdu: “Muhammed Ubeydullah’ın doğum zamânına yakın, bir meleğin; ”Doğduğu gün, öldüğü gün ve tekrar diriltildiği gün, Allahu Teâlâ’nın selâmı onun üzerine olsun.” (Meryem S: 15) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuduğunu duydum.”
Rivâyet edilir ki; “Bir gün o zamânın âlimlerinden Mevlânâ Abdülhakîm, Ma’sûm’un huzûruna gelerek; “Efendim, kalb, bir parça ettir. Nasıl zikredebilir?” diye suâl etti. O sırada Muhammed Ubeydüllah da orada bulunuyordu ve o zamanlar daha yedi-sekiz yaşlarındaydı. Bu suâli işitince, hiç düşünmeden; “Dil de bir parça ettir. Allahu Teâlâ’nın kudreti ile nasıl konuşuyor ve zikr ediyor? Kalb ne için zikretmesin?” dedi. Orada bulunanlar bu tatminkâr cevap karşısında bu çocuğun ilmine, idrâkinin kuvvetine hayret ettiler.”
Muhammed Ubeydullah (k.s.)’ın şaşılacak üstünlükleri, büyüklük hâlleri böyle daha çocuk iken görülmeye başlamıştı. Kur’ân-ı Kerîm’i bir ay gibi kısa zamanda ezberledi.
1672 (H.1083) senesinde bir Cuma günü namaz tekbiri için ellerini kaldırdı ve; “Esselâmü aleyküm yâ Resûlallah! sallallahü aleyhi ve sellem” dedi. Sonra niyet edip namaza başladı ve secdede iken mübârek rûhunu Cenâb-ı Hakk’a teslim eyledi.
Hazînet-ül-Me’ârif kitabında şöyle söylemiştir: Günahlarına tövbe etmek, herkese farz-ı ayndır. Hiç kimse tövbeden kurtulamaz. Nasıl kurtulur ki, Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” hepsi tövbe ederdi. İmâm-ı Mücâhid buyuruyor ki: “Her sabah ve akşam tövbe etmeyen kimse, kendine zulmeder.” Abdullah ibni Mübârek (r.a.) buyurdu ki: “Haram olarak ele geçen bir kuruşu, sâhibine geri vermek, yüz kuruş sadaka vermekden daha sevâbdır.” “Haksız alınan bir kuruşu sâhibine geri vermek, kabûl olan altı yüz nâfile hacdan daha sevabdır.”
(Muhammed Fadlullah Serhendi Faruki, Umdet-ül-Makâmât; s.389)