Musa b. Ukbe rivâyet eder: Ebû Selem b. Abdirrahman b. Avf’ı, Peygamberimiz (s.a.v.)’in zevcesi Âişe (r.anha)’dan rivayet ederken dinledim. Âişe (r.anha) şöyle diyormuş: Resûlullâh (s.a.v.):
“Doğruyu arayın, yaklaşın ve müjde size! Çünkü hiçbir kimseyi ameli cennete koyacak değildir.” buyurdu Ashab (r.a.e.):
Seni de mi yâ Resûlallâh? dediler.
“(Evet!) Beni de! Meğer ki, Allâh kendinden bir rahmetle beni örtmüş ola! İyi bilin ki, Allâh’a en makbul amel az da olsa devamlı yapılandır.” buyurdular.
“Doğruyu arayın, yaklaşın…” cümlesinden murad: Doğruyu arayın, onunla amel edin. Bunu yapamazsanız hiç olmazsa ona yaklaşın, demektir. Buradaki doğruluk, her işte ifratla tefrit arasında orta yolu tutmaktır. Müjdeden murad da amelin karşılığındaki sevabdır. Velev ki az olsun.
Bu hadisler hiçbir kimsenin ibâdet ve tatlarıyla sevabı ve cenneti hak etmediğine, bunların ancak Allâh tarafından bir ikram ve ihsan olmak üzere verildiğine delâlet etmektedirler ki, ehl-i sünnetin mezhebi de budur. Ehl-i Sünnete göre akıl; sevab, azab gibi şeyleri isbat etmediği gibi, bir şeyi vâcib veya haram da kılamaz. Allâh’ın teklif ettiği şeylerde aklın hiçbir dahlu tesiri (etkisi) yoktur. Bunlar ancak şeriatla sâbit olur. Yine ehl-i sünnetin mezhebine göre Allâh’a vâcib olan bir şey yoktur. Bütün dünya ve âhiret âlemi onun mülk ve sultanındadır. Dilediğini yapmakta tamamiyle serbesttir. Bütün mutı (itaat eden) ve Sâlih kullarını azab etmiş olsa, bu onun bir adâleti; ikrâm ve ihsan buyurarak cennetine koysa, bu da onun fadlu keremidir. Bu hal kâfirler hakkında da böyledir. Ancak kâfirleri cennete koymayacağını haber vermiştir. Şu halde mü’minleri rahmetiyle cennete koyacak, kâfirlere de adâletiyle ebediyen cehennemde azâb edecektir.
(Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, 11.c., 224.s.)