Hz. Âişe (R.A.) Vâlidemiz şöyle buyuruyorlar:
“Uhud Harbi anıldığında Ebû Bekir (R.A.) “-O gün Talha (R.A.) çok savaştı.” derler ve şunları anlatırlardı: “Uhud Savaşı’nda Resûlullâh (S.A.V.)’in yanlarına vardığımızda, mübârek vech-i sa’âdetleri yaralanmış ve birkaç kişiyi de şehîd olmuş hâlde bulduk. Miğferinin iki halkası mübârek yüzlerine batmıştı. Nebî-yi Ekrem (S.A.V.) bize Talha (R.A.)’ı kasdederek: “-Arkadaşınızın yardımına koşunuz, o çok kan kaybetti.” diye emrettiler. Talha (R.A.)’ı, o civârdaki çukurlardan birinde bulduk. Üzerinde yetmiş küsür ok, mızrak ve kılıç yarası vardı. Parmağı da kesilmişti. Kendisine emr-i Nebevî (S.A.V.) gereğince yardım yaptık.”
Enes bin Mâlik (R.A.) şöyle rivâyet ediyor: “Amcam Enes bin Nadr (R.A.), Bedir Gazvesi’nde bulunamamıştı. Resûl-i Ekrem (S.A.V.)’e gelip: “-Yâ Resûlallâh, müşriklerle yaptığın ilk gazvede bulunamadım. Eğer bundan sonraki gazvelerde bulunmağı Allâh ihsân ederse, nasıl harb edeceğim görülür.” dedi. Uhud Gazvesi’nde Müslümânlar dağılmağa yüz tuttuğunda O: “-Allâh’ım, Ashâb nâmına senden özür dilerim! Müşriklere karşı da sana sığınırım.” dedi. Ve düşmana karşı ilerlerken karşısına Sa’d İbn-i Muâz (R.A.) çıktı. Ona: “-Yâ Sa’d İbn-i Muâz, Cennet’i istiyorum ve Nadr’in Rabbine yemîn ederim ki ben, Uhud tarafından Cennet’in kokusunu duyuyorum.” dedi. Daha sonra Sa’d İbn-i Muâz (R.A.), Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz’e: “-Yâ Resûlallâh, ben O’nun gösterdiği hârikaları tasvîre muktedir değilim!” dedi. Enes bin Mâlik (R.A.) diyor ki: “O’nu bulduğumuzda üzerinde seksen küsür kılıç, mızrak ve ok yarası vardı. Şehîd olmuştu ve müşrikler O’nu müsle yapmışlardı. (Burnunu, kulaklarını vesâir uzuvlarını kesmek ve gözlerini oymak, çirkin şekle sokmak) O’nu ancak kız kardeşi parmaklarından tanıyabildi. Biz şu Âyetin O’nun ve O’nun gibileri hakkında indiğini zannediyoruz: “Mü’minler içinde öyle mert öyle kahraman erler vardır ki Allâh’a verdikleri sözü yerine getirdiler. İçlerinden kimi ahdini tamamladı. Kimi de tamamlamağı bekliyor. Bunlar zerre kadar değişmediler.” (Ahzâb: 23)
(M. Yûsuf Kandehlevî (Rh.A.), Hayâtü’s-Sahâbî (R.A.), C. 2, S. 516)