Allâhü Te‘âlâ, yarattığı insanın her azasını, ne için yaratmışsa o yolda isti’mal olunmasını irâde etmektedir. Kalbin ne için yaratıldığı sual edilirse, onun yaradılış sebebi ma’rifet ve tevhidle meşgul olmak, lisanın vazifesi de şahâdet ve tilâvetle meşgul olmak, istihza ve benzeri mezmum fiilleri terketmektir.
Bazı vakitlerde, Ebû Cehil, Resûlullâh (s.a.v.) Efendimizin arkasından yürür, ağzını burnunu oynatarak istihza ederdi, Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz bu hale muttali’ oldukda:
– Yapmakta olduğun gibi ol! buyurdular, merkum kâfir ölünceye kadar aynı hal içinde kaldı.
Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz Mekke’de iken küffar arasından geçmekte oldukları bir vakitte onlar cem’ olup, Resûlullâh (s.a.v.)’in arkasından:
-Kendisinin nebî olduğunu zanneden şu adam haa? diye istihzâ etmeğe başladılar. Resûlullâh (s.a.v.)’in beraberinde Cibril de vardı. İstihzâ edenlerin vücutlarına parmağıyla dokunmakla cümlesinin vücutlarında birer yara açılıp büyüdü, bulaşıcı hastalık halini almış olmakla yanlarına hiç kimse yaklaşamayıp o halleriyle fevt oldular.
Ehl-i inkârın yaptıkları gibi, ehl-i hakkın sevmedikleri bir şeyle onlara taarruz edenlerin hallerini buna kıyas et. Sa‘dâtı sûfiyyeye ta‘n edenlerin hallerini de bunlara kıyas et. Onların, bu kendi hallerinin gadab-ı ilâhîyi celb edeceğini bilmediklerini de düşün ki, bunların niceleri görünmez dertlere düşerler, neden düştüklerini, nasıl düştüklerini de bilmezler, şefaat de bulamazlar. Hiçbir amel yoktur ki, cezası yahud karşılığı sahibine ânında ulaşmasın. Ancak onu dünyâda çoğu ayne’l-yakîn göremez, âhirette görür.
(Hz. M. Sâmî Ramazânoğlu (k.s.),
Yunus ve Hud Sûreleri Tefsiri, 79.s.)