Bir mü’min, hayır ve şerrin Allah (c.c.)’ın takdiriyle meydana geldiğini hak bilmelidir. Çünkü Cibril aleyhisselâm Nebî (S.A.V) imanın ne olduğunu sorduğunda, Peygamberimiz verdiği cevabın sonunda şöyle demişti:
“(İmanın diğer bir rüknü de) kadere, hayır ve şerrin Allah’ın verdiği güçle yapıldığına inanmandır.”
Bil ki hiçbir oluş ilâhî kaza dışında meydana gelemez, kul Allah (c.c.)’ın kazasını gideremez (önüne geçemez). Bununla beraber Allah (c.c.)’ın kazası insanların fiilleri lehinde bir delil olamaz, yani ilâhî kazaya itimadla davranışlar yorumlanamaz. (Başka bir deyişle: Allah (c.c) böyle takdir ettiği için ben yaptım yapmadım diye kişi kendini ma’zur gösteremez).
Allah (c.c.)’ın kazasını inkâr ve reddetmek de küfürdür. İşte bu iki prensip arasında yürümek (kadere) imanın tâ kendisidir.
Kaderciler hayır ve şerrin insanın kendi elinde olduğunu, bu sahada Allah (c.c.)’ın hiç bir esiri bulunmadığım ileri sürerlerken; Cebrîler “hayır ve şerrin müsebbibi Allah (c.c.)’tır, kulun hiçbir fonksiyonu yoktur” diye iddia ederler. İşte şu iki fırka bu ümmetin mecusileridir.
Resulûllah (s.a.v) buyuruyor ki:
“Gerçek mü’min şöyle diyen kişidir: Hayır ve şerri işlemek benden, bunu yapabilme gücünü verip yaratmak da Allah (c.c.)dan.”
Hayır işlemek kulların fiillerindendir. Kulların fiillerini takdîr edip yaratan ise Allah(c.c)’tır.
(Sevadü’l A’zam sh. 16)