Haset, kıskanmak, çekememek, başkasında olan sağlık, zenginlik ve benzeri nimetlerden dolayı rahatsız olarak o kişiden o nimetin gitmesini istemektir. Kalpte bulunan ve insanı kötülüklere sürükleyen en önemli ve gayri ahlâkî özelliklerden, hastalıklardan birisidir.
Hased eden, Allah’ın yaptığı taksim ve takdire rıza göstermiyor, onun iradesine karşı geliyor demektir. O’nun bizce gizli olan hükümleri ile mülkünde gerçekleştirdiği adalete kızmak, onu çirkin bulmak anlamına gelmektedir. Bu ise, kişinin tevhidin özüne ters düşmesinden, dolayısıyla imanının zedelenmesinden başka bir şey değildir. Ayrıca hased eden kimsenin bir mü’mini aldatmak, ona nasihat etmeyi terketmek, mü’minleri sevmek yolundaki İslâm’ın açık emirlerini terketmek, mü’minlerin zarara uğramaları halinde bundan en çok sevinecek olan şeytan ve kâfirlerle birleşmiş olmak gibi hiç de küçümsenmeyecek suç ve günâhları işlemiş olacağı unutulmamalıdır.
Bütün bu özellikleriyle kalbin saflığını ve temizliğini gideren bir pislik olan hased, “Ateşin odunu yakıp yok etmesi gibi insanın iyi huy ve amellerini giderir, yok eder.” (Ebû Dâvud Edeb 44; İbn Mâce, Zühd 22) Hasedi tedâvî etmenin yolu, onun isteklerini yerine getirmeyerek, hatta aksini yaparak ona hükmetmesini öğretmektir. Sözgelimi içindeki hased duygusu birisini kötülemesini istediğinde kişi, bunu şeytanın kendisi için hazırladığı tuzağa düşmek demek olduğunu anlayarak tersini yapmalı onu övmelidir. Kendisinden birisine karşı kibirli davranmasını istediğinde karşı koyarak tevazu göstermeli; vermemeyi fısıldadığında, vermelidir. Kişinin bu davranışları, karşısındaki insanı memnun eder ve onun tarafından sevilmesine neden olur. Bu şekilde karşılıklı sevgi başlar ve zamanla hased hastalığı yok olur. Baştan zorla yapılan bu davranışlar zamanla insanın kişiliği doğası haline gelerek kökleşir.
(İmam Gazali, İhya-i Ulumu’d Din, c. 4 s. 432)