Abdullah bin Mes’ûd (r.a.) ““Dilden çok, hapsedilmeye lâyık bir şey yoktur” buyurur. (Taberani)
Sükût dilin iffetidir. Dil yırtıcı vahşi hayvan gibidir. Onu sıkıca bağlamazsan sana saldırır. Konuşmayı öğrendiğin gibi, susmayı da öğren. Zira söz seni hayra iletir, sükût ise şerden korur. Söz rehber, sükût ise muhafızdır demişlerdir.
Mücâhede sahiplerinin, sükûtu tercih edişlerinin sebebi şudur; Söz felâkettir, ayrıca nefsani hazlar, övünme vesilesi olan sıfatları açıklama, güzel konuşma ile emsal ve akran arasında temayüz etme (ortaya çıkma), vs. gibi huylarla ilgili âfetler de konuşmada bulunur. Onun için sükût riyazet sahiplerinin (nefsinin arzularını kıranların) vasfı olmuştur. Huyları düzeltirken ve makamlarla ilgili riyazetin hükmünü yerine getirirken nefsiyle mücadele edenlerin riâyet ettikleri esaslardan biri sükûttur.
Ali b. Bekkâr (r.a.), «Allah Teâlâ her şey için iki kapı yapmıştır. Dil için ise dört kapı yapmıştır. Dudaklar kapının iki kanadıdır. Dişler kapının iki kanadıdır.» demiştir.
Muaz b. Cebel’in (r.a.), «Halkla az, Rabbınla çok konuş, mümkündür ki kalbin Allah Teâlâ´yı görür hâle gelir» dediği rivâyet edilir.
Derler ki, Davud Tâi (r.a.) evinde inzivaya çekilmeye karar verince, talebesi bulunduğu Ebû Hanife´nin (r.a.) meclislerine gitmeye, emsali âlimler arasında oturmaya, fakat hiç bir meselede konuşmamaya azmetmişti. Tam bir sene sükût temrinleri yaptı. Bu konuda nefsine karşı kendini güçlü hissedince evinin bir köşesine çekildi ve uzleti (inzivayı) tercih etti.
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Allah´a ve âhiret gününe îman eden, komşusuna eziyet etmesin, Allah´a ve âhiret gününe inanan, misafirine ikramda bulunsun, Allah´a ve âhiret gününe itikad eden hayır söylesin veya sussun» (Buhâri)
(İmâm Kuşeyri, Kuşeyri Risalesi, s.282-285)