“O’dur (Allâh, O Ma’bud-ı Kerîm’dir) ki Resûlü’nü
Kur’ân ile ve Hakk Din ile gönderdi, O’nu her din üzerine
yükseltmek (üstün kılmak) için, velev ki müşriklerin
hoşuna gitmesin.” (Saff s. 9)
Bu mübârek âyette, Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz’in
ne gibi ulvî şeylerle ve ne gibi bir gayeyi te’min için peygamber
gönderilmiş olduğunu bildiriyor.
Evet, şüphe yok ki Dîni İslâm’a karşı bütün muhâlif
dinler, bozguna uğratılmış ve hâle gelmiştir. Bir kere
ma’lûmdur ki bütün semâvî dinler, başlangıçta Tevhid
esâsına dayalı idiler, hepsi de Tevhîd-i Bâri (Allâh’ın Birliği)
meselesinde ve diğer inanç konularında aynı hükümleri
ihtiva etmekteydiler. Ancak şer’i hükümler ve amelî
mes’eleler i’tibariyle aralarında bazı farklar vardır. Fakat
bu dinler sonradan tahrif olmuştur. Bu bakımdan ise İslâm
Dîni diğer İlâhî dinler arasında pek seçkin bir yere sahiptir.
Hükümleri bütün insanlığa yöneliktir ve Kıyâmet’e kadar
bâkîdir.
Diğer mübârek peygamberler (a.s.)’ın tebliğ etmiş oldukları
dinlerin hükümleri ise kendi zamanlarına ve kendi
kavimlerine yönelik ve kendi zaman ve kavimleri ile sınırlıdır.
Bâtıl ve muharref (tahrif olunmuş) dinlere gelince bunların
aslında hiçbir ma’nevî kıymeti yoktur. Tahrif olunmuş
olmaları i’tibâriyle de Dîn-i İslâm’a göre asla bir kıymet ve
makbûliyyete sahip değildirler. Dîn-i İslâm’ın pek nûranî
olan ve pek kuvvetli delillere dayalı bulunan varlığı yanında
pek sönük kalmış, varlıklarını isbat edebilecek bir özelliklerden
mahrum bulunmuşlardır. Dinler arasında mukâyese
yapabilen her insaf sahibi bu hakîkati i’tirafa mecbûrdur.
“(Ey Habibim!) De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Elbette
batıl yok olmaya mahkumdur.” (İsrâ s. 81)
(Ömer Nasuhî Bilmen, Kur’ân-ı Kerîm’in Meali veTefsîri, 7.c. 3438)