İmâm-ı Gazâli şeriat-tarikat-hakikat ilişkisini şöyle anlatır: “Billur bir vazo. Bu billur vazo şer’i şerîftir. Onun içindeki bal İslâm’ın hakîkatidir. O billur vazonun içerisine girip o balı yemenin yolunu öğretene de tarikat derler.” Tarikatın sözlük anlamı da zaten yol demektir ve insana İslâm’ın hakîkatinin tadına varmanın yolunu öğretir. Peki bununla elde edilecek olan nedir?
Cenâb-ı Hakk Şems Sûresi’nde altı tane yemin ettikten sonra: “Nefsini tezkiye eden muhakkak felâha dâhil olur” buyurmaktadır. Felâha dâhil olmayı, yani kurtuluşa ermeyi herkes ister. İşte müslümanın hedefi bu olmalıdır. Bu âyetten hemen sonra da: “Kim de nefsini düzeltemedi, tezkiye edemedi, o da hüsrana uğrar” buyurulmaktadır. Cenâb-ı Hakk’ın: “Nefsini tezkiye eden muhakkak felâha dâhil olur” buyurması kullarına bir ikrâmıdır, bir garantidir. Meselâ Allâh (c.c.) Âl-i İmran Sûresi’nin son âyetinde; “Ey îmân edenler; sabredin, sabrı tavsiye edin, Allâh’dan korku üzere bulunun, Cenâb-ı Hakk’a râbıta üzerine bulunun. Umulur ki felâha dâhil olursunuz” diye beş şart sayıp sonunda: “Umulur ki felâha dâhil olursunuz” buyurmuştur. Yani Allâh (c.c.) bu şartların hepsi yerine getirilse bile bir garanti vermezken diğer âyette: “Muhakkak felâha dahil olur” buyurarak garanti vermektedir. İşte bu garantiyi herkes elde etmek ister ve tarikat da bu garantinin elde edildiği ihsân mertebesine ermenin yoludur. Bu dünyada kim istemez garantiyi?
Bugün Türkiye’nin en zengini olan kişi birine: “Senin hayat boyu bütün geçimin bana ait. Her ay sana şu miktarda para vereceğim” diye teminat verse o kişi hayatını maddi açıdan garantiye aldığı için memnun olur. yetmiş senelik dünya hayatı için verilen maddi bir garanti insanın hoşuna giderken sonsuz bir ahiret hayatı için verilecek garanti kimin hoşuna gitmez?
(Ömer Muhammed Öztürk, Sohbetler, c.2, s. 29-31)