Ebedî mutluluğun sırrı; bizi karanlıkları ilim ve irfanlarıyla aydınlatan ve tehlikeli dönemeçlerde bizleri işâret taşları ile uyaran mâneviyat ehline uymaktadır. Nitekim Cenâb-ı Hakk: “Ey mü’minler, Allâh’tan korkun, (kötülüklerden sakının) îmânında ve sözünde doğru olanlarla (sâlih ve sadıklarla) beraber olun.” (Tevbe s. 19) buyurmuştur. Sâdık ve sâlihlerle beraberlik; hakkın sevgisini, bâtıldan uzaklaşmayı ve takvâyı doğurur.
Abdulkâdir-i Geylânî hazretleri: “Peygamberlik bayrağını her dönemde taşıyan kırk büyük velî bulunur” buyurmuştur. Yani Nebî (s.a.v.)’i hakkıyla seven, hayatının her ânında O (s.a.v.)’in sünnetini yaşatan ve kendi devirlerinde Peygamberimiz (s.a.v.)’e vekâlet eden ehlullah silsilesi; insanları Allâh ve Resûlü (s.a.v.)’e kılavuzlamayı sürdürecektir. “Bu devirde böyle insanlar var mı?” sorusuna, Muhterem Ömer Öztürk’ü tanıyan bir mü’min tereddütsüz olarak cevap verebilir.
13 Ağustos 1946 (15 Ramazân 1365)’te Adana’da dünyâya teşrîf eden zât-ı âlileri, doğumlarından itibaren Hz. Mahmud Sami (k.s.) hazretlerinin terbiyesi altında yetişmişler, Osmanlı bakiyyesi pek çok âlimin sohbetlerine iştirak ederek Hz. Sami’ (k.s.)’den aldıkları ilim ve irfan nûrunu kemâle erdirmişlerdir. Kendileri, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünnetinin 21. yüzyılda da yaşanabilir olduğunu yaşantısıyla göstermektedirler.
Ancak aldıkları terbiye gereği kendilerine hiçbir zaman vücut vermemişler, en yakınlarından bile kendisini ustaca gizlemişler, kendilerini yok sayarak insanları hep dâvâya yönlendirmişlerdir. Cenâb-ı Hakk’ın ‘İçinizde iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir cemaat bulunsun’ emr-i celilesi mucibince büyük küçük demeden her türlü irşad faaliyetlerine kendisini adamıştır.
Kendileri hâlen Medine-i Münevvere’de ‘Bâb-ı Sıddık’ın Hadimi’ olarak Ümmet-i Muhammed (s.a.v.)’e yol göstermeğe ve senede iki kez de Türkiye’ye gelerek hizmetlerine devam etmektedirler. Allâh (c.c.) zât-ı âlilerini uzun ömürle muammer etsin.
(Misvak Neşriyat, Hak Yolda Kılavuz Ömer Öztürk, s.13)