Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Umre, gelecek umreye kadar ikisinin arasındaki günahların keffaretidir. Makbul Haccın ise Cennetten başka bir mükâfatı yoktur.” (Müslim)
Hz. Aişe (r.a.)’dan:
– Ya Resûlallâh, kadınlara cihad var mı? dedim.
– “Evet onlara içinde savaş olmayan bir cihad vardır; Hacc ile Umre” (İbnu Mâce) buyurdular.
Hacc, İslâm’ın eşitlik prensibinin en içten yaşandığı bir ibâdettir. Dünya’nın dört bir tarafından gelmiş renk, dil, ırk ve coğrafyası ayrı insanları inanç, gaye ve mekân birliğiyle birbirine bağlar. Hak katında kalıbın değil, kalbin ve onun taşıdığı îman ve vecdinin önemli olduğunu gösterir.
Hiçbir beşeri gücün bir araya getiremeyeceği bu insan seli, Hz. Adem (a.s.)’ın tavafa başladığı bu mübarek beldede toplanarak Müslümanların Allâh (c.c.)’ün ipine hep birlikte sarıldıkları takdirde îman güç ve birliğinin nelere kadir olacağını şuurlu kafalara nakşeder.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz müjdeliyor: “Bir kimse Allâh için hacc eder de kötü sözlerden ve fenalıklardan uzak kalırsa, anasından doğduğu günkü kadar temiz ve günahsız olur.” (Buhâri)
“Kabul olunan haccın mükâfatı ancak cennettir.” (Müslim)
“Vefatımdan sonra beni ziyaret eden, sağlığımda beni ziyaret etmiş gibidir.” (Taberani)
“Kabrimi ziyaret edene şefaatim vâciptir.” (Bezzar)
Mü’min bu müjdelerle birlikte şu Hadîs-i şerifin uyarılarına dikkat vermelidir:
“Bir kimse masraflarına gücü yetip de Kâbe’yi ziyaret etmesi mümkün iken hacc farizasını eda etmezse, onun yahudi veya hıristiyan olarak ölmesine hiçbir mani yoktur.” (Tirmizî)
(İsmail Kaya, İslâm Dini ve İlmihali, s.233)