“Bugün akıl ve din yolunda muvazenesi bozuk olmayan, ben müctehidim diyemez. Mutlak müctehidlik iddia edenin, işinde şaşkın, düşüncesinde bozuk olduğu, sana açıkca beyan olur. Böyle olan kimse gözleri görmez bir devenin sırtına binmiştir. Ve deve her yere çatıyor, her önüne geleni tekmeliyor.
Yine İbni Hacer der ki, bir kimse mutlak müctehidlik mertebesini tasavvur edebilse onu zamanımızın (hicri 9. asır) insanlarından birine nisbet etmeye Allâhü Te’âlâdan haya eder. Şafii mezhebinin büyük alimlerinden olan İmam-ı Rafii (vefatı m.1227), Envar kitabında (Âlimler bugün müctehid bulunmadığına icma etmişlerdir) buyuruyor. Bunlara bakınca âlimlerin, mezhebde müctehid kalmadığına ittifak ettiklerini görür. Nerde kaldı ki mutlak müctehid bulunsun…. Fahreddin Razî, İmam-ı Rafii ve Nevevî bildiriyorlar ki, bugün insanlar müctehid bulunmadığına dair söz birliği halindedirler.” Yüce İslâm’ın bütün gereklerini nefislerinde yaşayan, İslâmi emir ve yasakları insanlara götüren, İslâm ile insan arasındaki engelleri ortadan kaldırıp ilahi vahyin hakimiyeti için çaba sarfeden bu âlimler şer’i konularda hüküm vermekten çekinmişlerdir.
Yukarıda isimlerini verdiğimiz ve buna benzer daha nice ulema bile müçtehidliği iddia etmemişlerdir. Kaldı ki onlar içtihadın öneminin ne olduğunu çok iyi biliyorlardı, hadlerini de aşmıyorlardı. Cahil, cesur olur, sözünden de anlaşılacağı üzere çağımızda bu tür cesurlara rastlamak mümkündür. İtikadı, ameli ve bütün hayati konularda şer-i şerîfe uygun yaşayabilmeleri için selefe, onun icmaına yani bir mezhebe uymak zorundadırlar
Müçtehid olmayan bir mümin için, dört mezhepten birisini taklid etmek vaciptir. Taklid: Delilini bilmeden, mezhebi gününümüze kadar ulaşmış müçtehid bir imama uymaktır. Özellikle memleketimizde mutlak müçtehid bulunmadığı için bu vecibeye riâyet etmeyen bir kimse, mezhepsiz ve bid’at ehlidir.
(Yusuf bin İsmail en-Nebhanî, Huccet-ullahi ale’l-Âlemîn)