Muhammed b. FazI, Ebû Hureyre (r.a.)’den naklen şöyle anlatmıştır:
Bir gün Resûlullâh (s.a.v.) sordu: “Gıybet nedir? Bilir misiniz?” Allâh ve Resûlü (s.a.v.) daha iyi bilir, dediler. Şöyle buyurdu:
“Dîn kardeşini sevmediği bir şeyle anarsan gıybetini etmiş olursun.” Sahabelerden biri sordu:
“Dediğim ayıbı kendisinde görürsem ne olur?” Şöyle buyurdu: “Dediğin şey onda varsa gıybet olur yoksa yalan söylemiş, iftira etmiş olursun.” (Tirmizî)
Üç grup insanın gıyabında konuşmak gıybet sayılmaz. Şunlardır:
1. Zâlim bir idarecinin,
2. Açıktan kötülük işleyen bir kimsenin,
3. Bid’at ehli birinin. (Dîne yeni işler katmaya çalışan, bozmaya çalışan kişi.)
Yâni; bunların işleri görüş ve fikirleri anlatılırsa, gıybet sayılmaz. Ancak, bedenlerinde bir ayıp varsa, o da bunları söylerse gıybet sayılır. Sadece tuttukları yol, işledikleri fiil anlatılırsa bir sakınca yoktur. Bunlar anlatılmalı ki, halk onlardan korunsun. Nitekim bu mânâda Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Günahkâr kimsenin bulunduğu hâli anlatınız ki, halk ondan korunsun.” (Ebû’l-Leys Semerkandî) Küfür olan gıybet, Müslümânların gıybetidir. Bu çeşit gıybeti edene biri dese ki: “Gıybet etme!” O da buna karşılık:
“Bu, gıybet değil; ben doğruyu söylüyorum” derse Allâh’ın haram kıldığını helâl saymış olur. Bu hâlden, Allâh’a sığınırız.
Nifâk sayılan gıybet, İsmi verilmeden yapılan bir insanın gıybetidir. O böyle yaparken, kimin gıybetini ettiğini bildirmek istemez. Bununla da vera sahibi bir kimse gibi görünmek ister. Böylesi bir hareket, münâfıklıktır.
Mâsiyet olan gıybet: İsim verilerek bir insanın gıybetinin yapılmasıdır. Fakat bir mâsiyet olduğunu bilerek yapılan gıybettir. Bu şekilde gıybet eden kimse âsidir. Tevbe etmesi gerekir.
(Ebû’l-Leys Semerkandî, Tenbîhü’l- Gâfilîn, s.177, 185-186.)