Zahid, dünyaya rağbet etmeyen, nefsâni zevk ve arzudan kendini çekerek ibâdete veren kimsedir.
“Biz, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye, yeryüzündeki her şeyi bir süs yaptık.” (İsra s. 7) İlahi kelamının tefsiri şu manaya göre yapılmıştır: Yani, kimin daha zahid olacağını denemek için böyle yaptık, demektir.
Ebu Zerr (r.a.)’den nakille, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Dünyaya karşı zahidlik, helal olan şeyleri (zahidane davranmak için kendine) haram kılmak ve malı elden çıkarmak değildir. Gerçek zahidlik, Allâh katında verilecek olanların, senin elinde olan şeylerden daha güven verici olması ve sana bir şey isabet ettiği zaman elde edeceğin sevab sebebiyle musibete uğramayı, uğramamış olmaya tercih edebilmendir. “ (Tirmizî, Zühd, 29)
Zahid için iki sevap vardır. Birisi, fakirliğe sabretmesinden, diğeri de gönlünü maldan çekip zahid olmasından dolayıdır.
Fakirlik, Peygamberimizin (s.a.v.) seçtiği bir durumdur ve bütün nebilerin şiarıdır. Aynı zamanda büyük sahabi ve sufilerin de yoludur.
Ebu Hureyre (r.a.) şöyle anlatıyor: Allâh Resûlü (s.a.v.)’in ailesine ait hiç bir evde ne ekmek ne de yemek pişirmek için ateş diye bir şey yakılmazdı. Bu hâl bazan bir ay, bazan da iki ay böyle devam ederdi. Dinleyenler
“Peki ne ile yaşıyorlardı, ey Ebu Hureyre?” diye sordular. Ebu Hureyre (r.a.),
“Hurma ve suyla geçinirlerdi. Bir de, ensardan bir kaç komşuları vardı. Allâh onları mükâfatlandırsın. Ara sıra Hz. Peygamber (s.a.v.)’e süt gönderirlerdi” dedi. (Heysemi, X/215)
(Ebû Tâlib El-Mekkî, Kalplerin Azığı, c.2, s.545-547)