İslâm âlimleri dîni; Allâhü Te‘âlâ tarafından vahyolunan ve insanlığı her iki dünyada mutluluğa erdiren inanç ve amel nizâmı şeklinde tanımlar. Dinin temeli inanç (itikât)tır.Bu yüzden bu akîdenin çok iyi bilinmesi gereklidir. Din, sâde vicdânî bir iş veya rûhsuz bir takım şekil ve törenlerden ibâret değildir. Onun gerçek hedefi insanlığı olgunluğun zirvesine ulaştırmak, dünyada selâmete, âhirette de mutluluğa kavuşturmaktır.
Her zaman olduğu gibi bu gün de bütün insanlar Allâh(c.c.)’un dinini din olarak kabul etmek ve ona inanmakla yükümlüdürler. Allâh (c.c.)’un dinini kabul edenler, Allâh (c.c.) ve Resûlü (s.a.v.)’in haram bildirdiklerini haram, helâl bildirdiklerini de helâl bilirler. Allâh (c.c.)’nun dini olan İslâm’ı din olarak kabul etmeyip Allah (c.c.)’ya ibâdet ediyoruz gibi yanılgılara düşülmemelidir.
Allâhü Te‘âlâ’nın rızâsını kazanmak, Resûlullâh (s.a.v)Efendimiz’in itikâdî ve amelî konularda teblîğ buyurduğu şerîate bütün olarak  uymak, kötü olarak bildirdiği fiil ve davranışların tümünden sakınmakla mümkün olur. Sağlam bir îmân ancak akâid ilmini öğrenmekle ve ona gerektiği şekilde inanmakla mümkün olur. Sâlih amel dediğimiz Şer’i şerîf’e uymak ise, fıkıh ilmini öğrenmekle, ihlâs ise, Allâhü Te‘âlâ’nın fazl u keremiyle elde edilebilen bir meziyettir. Bunun en güzel vâsıtası insanlığın efendisi, doğruluğun ve saâdetin yol göstericisi, idârecilerin en hayırlısı ve efendisi, hâkimlerin en adâletlisi ve Allâh (c.c.)’ın en büyük ve son peygamberi Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’i sevmek, sünnetlerini canlandırmak, Ashâbı’nı, Tâbiîni, Tebe-i Tâbîni (r.a.e.), Allâh (c.c.)ve Resûlü (s.a.v.)’in yolundan ayrılmayan ve onları seven âlimleri ve sâlihleri sevmek, onlara uymak, onların yolundan ayrılmayıp yüce İslâm’ı insanlara götürebilmek, âlim ve sâlih insanların kâbirlerini, sağ olanların kendilerini ziyâret etmek ve sohbetlerinde bulunmak mutluluğuna kavuşmaktır.
(Mehmed Çağlayan, Ehl-i Sünnet ve Âkâidi, 24-29.s.)