İbn-i Ömer (r.a.), Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Muhakkak ki Allâh (c.c.) ilmi kullarının göğsünden çekip koparmak suretiyle almaz. Lakin O, ilim adamlarını ölümle alır, ta ki gerçek alim kalmayıncaya kadar. O zaman insanlar cahil öncüler edinirler ve onlar ‘din ve dünyaya ait’ sorulara ilimsiz ve bilgisiz cevaplar verirler. Onlar sapıktırlar ve sapıtırlar.”
İmâm Ahmed (r.a.) Müsned’inde: Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in veda haccını ifade ettikten sonra, Ebû Ümame (r.a.)’den şunu da nakleder: Arabi dedi ki: Ya Nebiyallah, ilim bizden nasıl kalkacak ki, aramızda Kur’an vardır, biz içindekileri öğrenip karılarımıza, soyumuza ve hizmetçilerimize de öğrettik. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) kızarak başını kaldırdı ve dedi ki: “İşte Yahudiler ve Hristiyan’ların da ellerinde ve aralarında mushaflar vardır. Peygamberlerinin onlara getirip tebliğ ettiğine inanmadılar, hatta bir harfine bile uymadılar.” İbni Hacer (r.a.) diyor ki: Bu hadisin ravisi, Hüşşam’dır ve meşhurdur. Bizim bildiğimiz, ondan rivayet edenler yetmişten fazladır.
Görüldüğü üzere, gerçek ulemanın ölümü ve yok olması ilimlerin ortadan kalkması demektir. Başta Kur’an-ı Kerim ve diğer ilim dolu eserlerin yalnız kalması yeterli değildir. Bu nedenledir ki, basit bir Arapça metni okumaktan aciz bazı zavallılar, müçtehidlik iddiasında bulunup, Kuran-ı Kerim ve hadisi şeriflerden hüküm çıkarıp fetvalar vermeye yeltenmektedirler. Midelerinden ve keselerinden başka bir şey düşünmeyi bilemeyen bu tipler, yalancı ve sahte bir şöhret uğruna hem kendi ve hem de müslümanların ahiretini yalan fetvalarıyla yıkmaktadırlar.
(Mehmed Çağlayan, Ehl-i Sünnet ve Âkâidi, s.236-237)