Fitne, dinî bir fayda olmaksızın nefsi ıstırap, ayaklanma, ihtilâf, eziyet ve belâya düşürmektir. Meselâ: Halkı tuğyana sevkedip anarşi çıkarmak, hükümdara karşı çıkmak, imamın namazı (sünnet olan miktardan) fazla uzatması, muradı anlaşılmayacak şekilde konuşması gibi söz ve hareketler.
Düşünce ve mütâlâasında (ayrıntılı inceleme) ihtiyatlı olmadığı için bir mesele veya benzeri bir şeyde hata yapması, halka kullanılmayan sözleri hatırlatması, unutulmuş kavillerle (sözlerle) fetva vermesi, zayıf rivayetlere dayanması veya halkın bilmediğini bildiği halde bir takım sözler nakletmesi gibi ihtilâfa sebebiyet veren şeyler de fitnedir. Halk bu gibi kullanılmayan sözleri inkâr eder veya bu sebeple başka bir ibadeti terkeder. Meselâ: güç getiremeyeceğini bildiği halde bir kimseye «tecvidsiz namaz caiz olmaz» demek gibi. Hâlbuki böyle söyleyen onların bunu yerine getiremeyeceğini gayet iyi bilir. Onlar da bunu yapamayacaklarını anlayınca namazı olduğu gibi terkederler. Hâlbuki tecvidsiz namaz bâzılarına göre caizdir.
Vaizlere ve müftülere gereken, halkın ahval ve âdetlerini, kabul ve reddeki tutumlarını, söylenen sözlere karşı gayret ve lâkaydiliklerini bilmeleri ve bu açıdan onlar için en uygun olan ne ise ona göre konuşmaları gerekir; tâ kî sözleri onlar için bir fitneye, ihtilâfa ve ihtilâle sebebiyet vermesin. Nitekim hadîs-i şerifte: «İnsanlara akıllarına göre konuşun» buyurulmuştur.
Bunun gibi iyilikle emretmek, kötülükten menetmekte de aynı metodu kullanmaları lâzımdır. Aksi halde inkâr ve inadın artmasına veya başkasına bir kötülük dokunmasına sebep olabilir. Böyle olunca da emreden veya nehyeden günahkâr olur.
Fitnenin âfetleri hakkında Cenâb-ı Allâh’ın şu buyruğu unutulmamalıdır: «…Fitne katilden daha kötüdür.» (Bakara s.191)
(İmam-ı Birgivî, Tarikat-i Muhammediyye, s.283)