Ebû Hüreyre (r.a.), Resûlullah (s.a.v.)’ın şöyle buyurduğunu anlattı: “Dinde fıkıh ilmini öğrenmek kadar hiç bir şeyle Allâh’a ibadet edilemez. Fıkıh ilmine vâkıf bir kimse, şeytana bin âbidden zorlu ve çetin gelir. Her şeyi ayakta tutan bir dayanak vardır; dini ayakta tutan da fıkıh ilmidir.”
Fakih Ebû Cafer şöyle der: Resûlullah (s.a.v.) mescide girdi, orada iki meclis gördü. Biri, Allâh’ın zikri ile meşguldü. Diğeri fıkıh ilmi öğreniyordu. Birincisi Allâh’a duâ ediyor ve O’na rağbet gösteriyordu.
Bunları gördükten sonra Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Her iki meclis de iyilik üzerinedir. Ancak, biri diğerinden daha üstündür. Bunlar Allâh’a duâ ederler, ancak, Allâh dilerse onların dilediğini verir dilemezse vermez. Fakat burada öğrencilere ve halka ilim öğretenler var ki, bunlar başkadır. Ben de ancak muallim olarak gönderildim. Bunlar daha faziletlidir.”
Hz. Ömer (r.a.) şöyle der:
“Dinde fıkıh ilmini öğreniniz. Arapçayı ve güzel rüya tabirini de öğreniniz. Eğer rüya tabiri ilmine dalmak fıkıh ilmini öğrenmekten alıkorsa, o zaman, onu bırakıp fıkıh ilmi ile uğraşmak, daha faziletlidir. Çünkü; fıkıh ilminde, Allâh’ın hükümlerini bilmek vardır. Rüya tabiri ilmini öğrenmek ise, böyle değildir.”
Şa’bî (r.h.) şöyle der: “Bir kimse, Şam’dan kalkıp Yemen’e kadar gitse, gelecekte kendisine faydalı bir kelime öğrense, onun bu gidişinin boşuna olmadığı görüşündeyim. Bil ki, ilmin çeşitleri vardır. Bu çeşitlerin her biri Allâh katında güzeldir. Ama, hiçbiri fıkıh ilmi gibi değildir.”
Durum böyle olunca, insana gereken, diğerlerine nazaran, en fazla fıkıh ilmine önem vermektir. Çünkü, bir kimse fıkıh ilmini bilirse, diğerlerini bilip öğrenmek kendisine kolay gelir. Çünkü, fıkıh dinin kıvamıdır.
(Ebu Leys Semerkandi, Tenbihül Gafilin, s.492-798)