İmam Mâlik (rh.a.)’in hocası Rebiâ (rh.a.)’e, hocasının tavsiyesi şöyledir: “Ey Rebia! İnsanlara fetva vermekten uzak dur! Eğer birisi sana fetva sormak üzere gelirse, onu içine düştüğü durumdan kurtaracak fetvayı bulmak için değil, sana sorduğu meseleden kurtulmak için gayret göster.” Hocasının bu tavsiyesinden ömrü boyunca ayrılmayan Rebiâ’(rh.a.)’e, ölüm döşeğinde iken talebeleri şöyle sordular: “Bizler senden çok şey öğrendik. Sen aramızdan ayrılıp gittikten sonra bize fetva sormaya gelenler olacak. Hükmü sorulan mesele hakkında senden ve daha öncekilerden herhangi bir şey işitip öğrenmemişsek ve bizim vereceğimiz hükmün, o kişinin kendisi için vereceği hükümden daha hayırlı olacağını da biliyorsak, kendi hükmümüzü söyleyelim mi?” Rebiâ (rh.a.) bu soruya üç kere üst üste “Hayır!” dedikten sonra şöyle devam etti: “Cahil olarak ölmeniz, herhangi bir meselede ilminiz olmadan konuşmanızdan daha hayırlıdır.”
Tabiûn’dan Abdurrahman b. Ebî Leylâ (rh.a.) şöyle demiştir: “Şu mescidde Ensar’dan 120 kişiye mülâki oldum, onlardan her biri bir hadîs rivâyet etmek veya fetvâ vermek durumunda kaldığında, başka bir kardeşinin kendi yerinde olmasını arzu ederlerdi.”
Yine Tabiûn’dan Said b. el-Müseyyeb (rh.a.), hemen hiç fetva vermez, kendisine fetva sorulduğu zaman da soran kişiyi kastederek, “Allâhım! Beni (bu durumdan) ve onu benden kurtar.” derdi. (Beyhakî, el-Medhal, 824)
Hadis alimi Şu’be b. Haccâc (rh.a.), kendisine “Herhangi bir mesele hakkında size bir şey sorulduğunda ne yapardınız?” suâl gelince şöyle demiştir: “Bizim zamanımızda bir kimseye bir soru sorulduğunda, arkadaşına, ‘Sen fetva ver.’ diyerek soru soran kişiyi ona yönlendirirdi. O öbürüne, o da diğerine… Böylece soru soran kişi yine döner dolaşır, soruyu ilk sorduğu kişiye gelirdi.”
(Muhammed Zâhid el-Kevserî, Makâlâtu’l-Kevserî, s.172)