29 Mayıs’da Sultan Mehmed Han, sabah namazından sonra güneş yükselince iki rek’at namaz kılarak kılıcını kuşanıp ata bindi ve askerlerine; “Şimdi parlak bir cihâd için birbirinizi teşvik ediniz, zafer için üç şart esastır. Niyetinizi hâlis edip, emirlere itaat ediniz. Yâni tam bir sükûnet ve intizâm ile verilen emirleri eksiksiz icra edip, yaptırınız, îmânınızın verdiği galeyan ile muhârebeye koşunuz. Bu işte liyâkatinizi ortaya koyunuz. Zillet geride, şehâdet ileridedir. Bana gelince, sizin başınızda döğüşeceğime yemîn ederim. Herkesin ne suretle hareket ettiğini bizzat tâkib edeceğim.” deyip, hücum emrini verdi. Allâhü Te‘âlânın rızâsı için cihâda niyet etmiş olan Osmanlı askeri; “Ya cennet! Ya İstanbul!” diyor ve iki yerden başka bir makama gitmek istemiyordu. İslâm mücâhidleri arkadaşlarının yaralanmasına, şehîd olmasına aldırmadan; “Allâh Allâh” nidalarıyla hücuma geçti. Ellerine geçirdikleri her türlü vâsıtalarla surlara tırmanmaya çalışıyorlardı.
Fethin bir süre gecikmesi üzerine yerinde duramayan Fâtih, Akşemseddîn’i davet etti. Fakat o, taarruz başlamadan önce çadırına girerek rahatsız edilmemesini söylediğinden, kimse çadıra giremedi. Bunun üzerine Sultan kendisi gitti. Çadırın bir kenarından baktığında, Akşemseddîn kuru toprak üzerinde diz çökmüş, ellerini açmış Allâhü Te‘âlâya yalvarıyor, zamanın sahibini, en büyük evliyâsını imdada göndermesini arzuluyordu. Sultan Mehmed Han da elini açıp; “Âmin” dedi. Her ikisinin gözlerinden yağmur gibi yaşlar aktı. Sultan Mehmed Han oradan ayrılıp otağına doğru gelirken, Bizans surlarına baktı. İslâm askerinin önünde; beyaz elbiseli, yeşil sarıklı başka bir ordunun daha hücum ettiğini gördü. Çok geçmeden Ulubatlı Hasan, otuz kadar arkadaşıyla ilk defa surlar üzerine Osmanlı sancağını dikti ve oracıkta şehîd edildi. Osmanlı kuvvetleri muhtelif bölgelerden dalga dalga İstanbul’a girmeye başlamışlardı.
(Tâc-üt-Tevârih, c.2 s.268)