“Hamd, âlemlerin Rabbi, merhametli olan, merhamet
eden ve Din Günü’nün sahibi olan Allâh’a mahsustur.”
Hamd üç şekilde olur:
Sözle hamd: Cenâb-ı Allâh’ın, peygamberleri (a.s.)’ın
dilleri üzerine, kendi nefsini övdüğü şeylerle kişinin, lisanı ile
Allâh’a hamd ü senâ etmesidir
Fiilî hamd: Kişinin beden ile yapılan ibâdetleri yapmasıdır,
ve kerim olan Allâh’a yönelerek, kişinin Allâh rızası için hayır
işlemesidir. Çünkü dil ile hamdetmek insanın üzerine vacip
olduğu gibi, her uzvu (organı) hasebiyle belki her insanın her
uzvunun üzerine hamdetmek vâcibtir.
Hâlî (davranış ile) hamd: Kişinin, ilim ve amelde kemâle
ermesi ve ilâhî ahlâk ile ahlâklanmasıdır.
Alemlerin Rabbinin Rahman olduğunu, beyân eder. Rahman
ki, onlara dünyada rızıklarını vermektedir. Rahim, ahirette
onları bağışlayandır. Bundan dolayı, ondan sonra, Allâh,
ceza gününün sahibidir, cümlesi zikredildi. Yani Cenâb-ı
Allâh’ın Rabbü’l-âlemin olması, ya Rahman olmasıyladır ki, o
da dünyada onlara rızık vermektir. Ya da Rahîm olmasıyladır
ki, o da âhiretteki karşılığı mağfirettir.
“(Allâhım!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden
yardım dileriz.” İbâdet ancak nimeti sonsuz olan Allâh’a yaraşır.
“Bizi doğru yola, nimete erdirdiğin kimselerin, gazaba
uğramayanların, sapmayanların yoluna eriştir.”
Doğru yol, en doğru ve en sağlam İslâm dinidir. İslâm dini,
Kur’ân-ı azimüş-şan’ın delâlet ettiği ve Peygamberlerin Efendisi
(s.a.v.) Hazretlerinin ahlâkıdır
Yani Cenâb-ı Allâh, onlara, nefislerini hevâ-ü hevesin kıskacından,
tabiatın kahrından, kurtarıp, Şer-i şerifi muhafaza
(emir ve yasaklarına) uymak konusunda başarı in’am etti.
Şeytanın hilesine karşı, korunma nimetini verdi. Gazaba uğrayanlar
ve sapmışlar da kalblerine ilâhî nuru akıtmadıkları
için, nefsin heva (ü heves) çölünde kayıp olanlardır.
Amin. “Ey Allâhım! Duâlarımızı kabul et” manasınadır.
(İsmail Hakkı Bursevi, Rûhû’l-Beyân Tefsiri, c.1 s. 98)