Fâtih Sultân Mehmed Hân, târihin kaydettiği büyük insanların en başında gelenlerindendir. Gerçek, o hakîkî bir kahramândır. En cesûr insanların hayrân olacağı kadar büyük bir cesâret sâhibi olan bu korkusuz Türk Pâdişâhı, gâyesi uğruna birçok defa hayatını tehlikeye atmış, ölümle karşı karşıya geldiği zamanlarda büsbütün coşmuş, büsbütün efsâneleşmiştir. Onun, İstanbul’un kuşatıldığı günlerde gemilerinin mağlûb edildiğini gördüğü zaman, şahlanan atını doludizgin denizin köpüren dalgalarına doğru sürmesinin manâsı pek büyüktür. Bu harekette, kahramânlık ile cesâretin, kuvvetli bir irâdeyle müthiş bir azmin en parlak bir misâlini görmüyor muyuz? Gâyesine varmak isteyen bu genç pâdişâha hiçbir kuvvetin mâni olamayacağını bu denize saldırışta bulmak, mümkün değil midir?
Birçok gemi ve insanla başarılamayan bu deniz savaşını, sâhilden bir müddet seyreden ve büyük bir kızgınlık içinde haykırarak tepinen, emir veren ve nihâyet atını mahmûzlayan bu büyük insanın şu hareketinden, en müthiş tabîat kuvvetlerinin bile kendisine engel olamayacağını anlamak, irâdesinin sarsılmadığını, cesâretinin kırılmadığını söylemek ve yalnız başına bu işi başarabilmek kudretini kendisinde gördüğünü kabul etmek acaba hatalı mı olur? Muhteşem Bizans surları önünde birçok defalar at koşturan bu 22 yaşındaki Türk Pâdişâhı’nın, askerleriyle birlikte surlara hücûm ettiği ve kahramânlara örnek olacak hareketlerde bulunduğu çok defa görülmüştür.
Belgrat Muhârebesi’nde Hunyadi’nin kuvvetleri karşısında ordusunun bozguna uğradığını gördüğü zaman hırsından, çatlayan dudaklarından kanlar akmaya başlamış ve tam bir kahramân gibi atını savaş meydanına sürerek bİzât kılıç kullanmış, vuruşmuş ve yaralanmıştır.
(Dr. Selâhattin Tansel, Fatih Sultân Mehmed, s.1-2)