Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır ki:
(Vedâ hutbesinden) “Bilin ki cahiliye devrinden kalan bütün faizler mülgâdır, terkedilecek ve alınmayacak. Fâize verilen paranın sadece sermâye kısmını yani aslını alacaksınız, böylece ne zulüm ve haksızlık etmiş ne de zulme ve haksızlığa uğramış olacaksınız.” (Tirmizî)
İbn Mes‘ud (r.a.)’den şöyle rivâyet edilmiştir:
“Resûlullâh (s.a.v.) ribâyı (fâizi) yiyene de, yedirene de la‘net etti. (Fâiz muamelesine) şahitlik edenlere de bu muâmeleyi yazana da la‘net etti” (Müslim)
İmâm-ı Mâlik’in Muvattâ’ında Zeyd İbn Eslem’den şöyle rivâyet olunmuştur ki:
Cenâb-ı Hakk’ın terketmeyenler için harb etmeye izin verdiği ribâ, cahiliye devrinde iki şekilde cereyân ederdi:
1- Bir kimsenin diğer bir kimsede, vadeli bir alacağı bulunurdu. Vade dolunca alacaklı: “Ödeyecek misin yoksa fâizlesin mi?” derdi. Borçlu öderse öbürü alırdı. Ödemezse, ölçeklenen, tartılan, ekilen veya sayılan çeşitten ise alacak katlanırdı.
2- Yaşla ölçülen bir mal ise, daha üst mertebeye kaydırılır, vâde de uzatılırdı. İslâm gelince Cenâb-ı Hakk şu âyeti indirdi:
Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların “Alımsatım tıpkı faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Halbuki Allâh, alım-satımı helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allâh’a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar. “Allâh fâiz karışan malın bereketini giderir, sadakaları ise bereketlendirir. Ey îmân edenler! Allâh’tan sakının, inanmışsanız fâizden arta kalan hesâbdan vazgeçin. Böyle yapmazsanız, bunun Allâh’a ve Peygamberine karşı açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer tevbe ederseniz sermayeniz sizindir. Böylece haksızlık etmemiş ve haksızlığa uğramamış olursunuz.” (Bakara s. 276-278-279)
(İmam Malik, Muvatta)