Allâhü Teâlâ, “Kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizcilikten geri durursa geçmişi kendisinedir.” (Bakara s. 275) buyurmuştur. Bu şu demektir: Allâh (c. c.)’un hükmünü duyduktan sonra hemen faizden vazgeçenlerin geçmişleri bağışlanır. Çünkü faizi haram kılan âyet nazil olmadan önce mükellef olmadığı için ondan sorumlu değildir. Fakat faizi yasaklayan âyet-i celîle nazil olduktan sonra faiz yemeğe devam edenlerin durumu değişir. Bunların tövbelerinin kabulü için, faiz olarak aldıkları paraları tamamen iade etmeleri lazımdır. Faizin haram olduğunu bilmese de hüküm aynıdır. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Faiz yetmiş küsur kapıdır. Kapı yönünden en ehveni, müslüman olarak anası ile münâsebette bulunmak gibidir. Faizden bir dirhem, otuz beş zinadan daha şiddetlidir.” (et-Tergib ve’t-Terhib) Bir başka Hâdis-i Şerif’lerinde; “Faiz yiyen, ölümünden başlamak üzere kıyamete kadar kan gibi akan kızıl bir ırmakta yüzmekle azâb edilecektir. Bu kimse bu nehirde yüzerken kenara gelir, ağzını açar ağzına bir taş atılır, yüze yüze karşıya geçer, tekrar ağzını açar taşı alır bir türlü karaya çıkamaz (azâbtan kurtulamaz). İşte kıyâmete kadar böyle azâb edilir.” Bu taşlar, dünyada yediği faizlerdir. Dünyada onları yuttuğu gibi, öldükten sonra ateşten birer taş olarak da kıyâmete kadar onları yutacaktır. Allâhü Teâlâ’nın buyurduğu gibi onların bu şekilde azâb edilmelerinin sebebi, riba hakkında kendi kısa görüşleri ile verdikleri yanlış hükümler ve yaptıkları yanlış kıyâslardır. Zira onlar, alışveriş faiz gibidir diyerek faizi, herkesin övdüğü ve sevdiği alışveriş gibi yapmışlardır. Yine onlar şöyle demişlerdir: “Herhangi bir malı peşin veya veresiye 10 kuruşa alıp on bir kuruşa vermek helâl olduğu gibi parayı da on verip on bir almak helâldir. Zira aklen bunların arasında bir fark yoktur. Taraflar razı olduktan sonra mes’ele kalmaz.” dediler de Allâhü Teâlâ’nın çizdiği huduttan gaflet ettiler. Bize borç olan, Allâhü Teâlâ’nın hükmüne rıza gösterip, aklımıza güvenip bir takım hükümler uydurmamaktır. Hikmetini anlasak da anlamasak da, Allâhü Teâlâ’nın hüküm ve emirlerini kayıtsız şartsız kabul etmek zorundayız. (İbn Hacer el Heytemi, Helâller ve Haramlar, c.1, s.656)