Maddeci akıl, Kur’an-ı Kerim’in özellikle ahiretle ilgili, Peygamberlerin mucizelerini, evliyaların kerametlerini ve bunlara benzer gayb âlemi ile ilgili gerçekleri idrak etmekten acizdir.
Evliyaların kerametine de inanmak lazımdır. Keramet de akıl ve ilim üstü bir olaydır. Evliyaların kerametleri mensup oldukları dinin hak olduğuna ve Peygamberinin bir mucizesinin devamıdır. Veli kullar, Allâhü Teâlâ’nın dilediği zamanda ancak kerametlerini gösterebilirler. Allâh (c.c.) dilemez ve bir şeyi bildirmek istemezse, veli zat da keramet gösteremez. Hz. Ebu Bekir (r.a.)’den sonra bu ümmetin en büyük velisi Hz. Ömer (r.a.) kendisini şehid edecek katilin hemen arkasındaki safta bulunduğunu bilememiştir. Çünkü Allâhü Teâlâ bir hikmete binaen, bunu ona bildirmemiştir. Diğer taraftan Medine’nin Cami Minberinde hutbe okuyan Hz. Ömer (r.a) Iran topraklarında bulunan İslâm ordusunu bir hikmete binaen Allâh (c.c) ona bir keramet olarak gösteriyor, okuduğu hutbeyi keserek “Ya Sâriye El cebel -Ya Sâriye el cebel” diye çağırırken islam birlik kumandanı Hz. Sâriye (r.a.) de bir keramet olarak, arada bu kadar mesafeye rağmen, Hz. Ömer (r.a.)’in sesini işitiyor ve tanıyor. Birliği ile beraber karşılarında bulunan dağa düşmandan evvel çıkarlar ve düşmanlannı mağlub ederler.
Tevatür derecesine erişmiş buna benzer örnekler çoktur. Kur’an-ı Kerim’de kerametlerden birçok örneklerin bulunması, onun varlığına yeterli delildir. Tekrar şunu unutmamak lazımdır ki, keramet sahibi olan zatın istediği zaman değil, Allâh (c.c) ’ın irade ettiği zaman keramet izhar edilir. Tabii ki, veli zat keramet izhar etmek ister ve Allâh (c.c) da rıza gösterirse hemen olur.
(Mehmed Çağlayan, Ehl-i Sünnet ve Âkâidi, s.293)