Cenâb-ı Hakk buyuruyor: “O, yücedir, büyüktür.”
(Bakara s. 255)
“Allâh yücedir, büyüktür.” (Nisâ s. 34) “O, görüleni de görülmeyeni de bilir; çok büyüktür, yücedir.”
(Rad s. 9)
Bu öyle bir rütbedir ki, bunun fevkinde rütbe yoktur, bütün rütbeler ondan aşağıdır. Çünkü bu kelime, Ulûv (yükseklik) kelimesinden meydana gelmiştir. Bu ise Es-Süfe (Alçak) kelimesinin karşılığıdır. Allâh (c.c.)’ün üstünde hiç bir derece tasavvur edilemez! Çünkü mutlâk yüce O (c.c.)’dür. Cisimler gibi ölçülmekten, tartılmaktan münezzeh olan
Ulu varlığın yüceliği rütbe itibariyledir. Yoksa bir mekân üstündedir, anlamında değildir.
“Râhman arşa istiva etmiştir.” (Tâ Hâ s. 5)
âyetinde arşın zikredilmesi ise, arş bütün cisimlerin üstünde olduğu içindir. Onun için onun üstünde olansa her şeyde üstün olacağı muhakkaktır. Mesela “halife, sultandan üstündür” derler ve bu sözle onun bütün insanlardan üstün olduğunu tenbih ederek anlatmak isterler. Allâh (c.c.), Kur’an’da kendisini bizlere tanıtmıştır: Tüm âlemleri yaratan, kainâtın tek hâkimi olan Allâh (c.c.) uludur. Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların yegâne sahibi O’dur. O’ndan başka ilah yoktur, Allâh (c.c.) insanların şirk koştuklarından çok yücedir. Tüm mülk O’na aittir; O, herşeye güç yetirendir. O, yüce makamların da sahibidir. O, ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk; Allâh (c.c.)’ın kimseye ihtiyâcı yoktur. Kuşkusuz ‘en güzel isimler’ (Esmâü’l Hüsnâ) Allâh (c.c.)’a ait olduğu için O’nu eksiksiz olarak tarif etmek bir insan için mümkün değildir. O’nu ancak kendisinin bize bildirdiği ile tanıyabilir, yüceliğini ancak Kur’an âyetleriyle takdir edebiliriz.
(İmam-ı Gazâlî, Esmâü’l Hüsnâ, 125-126.s.)