Melik: Herşeyin hâkimi, bütün kâinatın hükümdarı. Allâhü Te‘âlâ buyuruyor:
“Hak Melik olan Allâh pek Yücedir, O’ndan başka İlâh yoktur; Kerîm olan Arş’ın Rabbidir.” (Mü’minûn s. 116) Melik ismi, gerçek anlamda her yönüyle yalnız Allâh içindir.
İnsan yeryüzünde halîfe olduğu için, kendisine yeryüzü mülkü üzerinde izâfî bir meliklik yetkisi tanınmıştır. Herkesin belli bir tasarruf sahası vardır. Fakat bu tasarruf, hiç bir zaman mutlak değil, sınırlı ve Allâh’ın tanıdığı alanda sadece bir emânettir. Allâhü Te‘âlâ için insanların meliki denirken, O’nun insanlar üzerinde mutlak tasarruf sâhibi olduğu anlatılmak istenir. Fakat şirk koşan insanlar, Allâh’ın melikliğini yeryüzünde ve dolayısıyla insanlar üzerinde tasarruf sahibi olmak ve yeryüzündeki servetleri, yani mülkü diledikleri gibi kullanmak için gasbetmeğe çalışırlar. Kullardan gerçek melik o kişidir ki; Allâh’tan başka kimsesi olmaz. Allâh’tan gayri her şeyden alâkasını keser, bununla beraber asker ve halkının kendisine itaat ettiği boyun eğdiği ülkeye sahip olur. Nasıl mı? Şöyle: Çünkü onun öz ülkesi kalbi ve kalıbıdır. Askerleri ise, gazabı, şehveti, hevâ hevesidir. Halkı ise: Dili, gözleri elleri vesâir a‘zâlarıdır. O, bütün bunlara hakim olup da kendisine boyun eğdirirse, işte kendi iç dünyasında sultanlık derecesine yükselmiş demektir. Bir de buna insanlara karşı olan ihtiyaçsızlığı husûsu da eklenirse işte yeryüzünün sultânı olmuş demektir.
Allâhü Te‘âlâ bütün varlıklardan müstağnîdir. Bütün canlılar îmân etse, itâat etse, O’na hiçbir faydası olmaz. Bütün âlem kâfir olsa, azgın taşkın olsa, karşı gelse O’na hiçbir zarar veremez. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Ebû Hâzim’e; “Malın nedir?” diye sordular. O da; “İki şeydir; biri Allâhü Te‘âlâdan râzı olmak, diğeri de insanlardan müstağnî olmaktır” buyurdu. “Öyle ise fakirsin” denilince;
“Yer, gök ve bunların arasındaki şeyler Allâhü Te‘âlânın iken ve ben de O’nun ihlâslı kulu iken nasıl fakir olurum” buyurdu. (Mâverdî)
(Mehmed Nuri Şemseddin Nakşıbendî, Kalplerin Anahtarı)