Münker, söz veya işten, Allâhü Te’âlâ’nın razı olmadıklarına denir. Ma’rûf ise bunun tersi, ya’nî söz veya âmelden Allâhü Te’âlâ’nın beğendiklerine denir. Gördüğü münkere eli ile mâni olur. Buna gücü yetmezse dili ile mâni olmak ister, bunu da yapamazsa, kalbi ile o işi beğenmez. Bu îmânın en zayıf derecesidir. Ebû Saîd’in bildirdiği hadîs-i şerîfte: “Sizden hanginiz bir münker görürse, onu eli ile men etsin; buna gücü yetmezse dili ile önlesin; bunu da yapamıyorsa, kalbi ile onu beğenmesin.” buyuruldu.

Şerh-i Meşârık’da diyor ki: Elin öne alınması, engel olmada daha kuvvetle iş gördüğü içindir. Amelde ise, sözü öne almak gerekir. Çünkü maksada kavuşmak tatlı, yumuşak sözle daha kolay mümkün olur. Söz ile mâni olamazsa, o zaman el ile mâni olur.

Bir hadîs-i şerîfte: “Sizden biriniz insanlardan korkarak, doğru bildiği şeyi söylemekten çekinmesin! Çünkü ma’rûfu emreden, peygamberler (a.s.) gibi eziyet çeker.” buyuruldu. Bundan anlaşılan bunun müstehâb olduğudur. Çünkü daha önce emrin, umura, ya’nî emr edilecek şeylere tâbi olduğu bildirilmişti. Bir iş farz ise, emri farz, vâcibse vâcib, sünnet ve müstehâb ise, sünnet ve müstehâbdır.

Bilâl bin Saîd (rh.a) der ki: Günâh gizli tutulduğu müddetçe, yalnız sahibine zarar verir. Aşikâre olursa, bu günâha mâni olmadıkları için, herkese zarar verir.

Ebû Ümâme-i Bâhilî (r.a.)’in bildirdiği hadîs-i şerîfte: “Kıyamet günü, ümmetimden bir grup insanlar, kabirlerinden kalkıp, Allâhü Te’âlâ’nın huzuruna maymun ve domuz şeklinde çıkarlar. Bunlar, elinden geldiği halde günâh işleyenlere karşı müdâhene etmeyip, nehy-i münkeri terk edenlerdir.” buyuruldu.

(Muhammed Bin Ebûbekir, Şir’at-ül İslâm Tercemesi, s.490-494)