Bazı kimseler Ehl-i Sünnet’ten oldukları halde, okudukları asılsız ve gerçek dışı hikayelerle dolu, bazı tutucu yazarların tarih ve hikaye kitaplarını okuyarak, Ashab-ı Kiram ve Ehl-i Sünnet’in seçkin şahsiyetleri hakkındaki maksatlı yalan ve iftiraları gerçek sanarak, Allah (c.c.)’nun ve Resûlü (s.a.v.)’in sevgisine ve övgüsüne mazhar olmuş Hz. Osman (r.a.)’a, Hz. Muaviye (r.a.)’a ve Hz. Amr Bin As (r.a.)’a dil uzatmakta ve bunu da ehli beyt sevgisine dair bir ibadet sanmaktadırlar.
Sınırlı bilgi ve bozuk zihniyetlerine göre hareket eden bu kimseler zannediyorlar ki başta İmam Ebu Hanife (r.a.), İmam Malik (r.a.), İmam Şafii (r.a.), İmam Ahmed bin Hanbel (r.a.) gibi, onlara muasır ve onlardan sonra gelen bütün müctehidler, fakihler, muhaddisler, müfessirler, mutasavvuflar, tarihçiler ve bu ümmetin diğer alim ve salihleri gerçeği görmemişlerde, raşid halifeler ve ashabı kiram arasındaki fazilet sıralamasında taassuba kapılarak, veya şahsi düşüncelerine dayanarak Ehl-i Sünnetçe bilinen sıralamayı yapmışlar. (Ashâbın en fazîletlisi Hz. Ebûbekir (r.a.), sonra Hz. Ömer (r.a.) sonra Hz. Osman (r.a.) ve sonra Hz. Ali (r.a.)’dır.) Her biri İslam dininin temel taşları sayılan mukaddes bildiğimiz bütün mefhumları bize öğreten bu zâtlara karşı kötü zanna sahip olan kimse, zaten Ehl-i Sünnet değildir.
Çünkü Ehl-i Sünnet olmanın başlıca şartlarından biri de, Ashabı Kiram’a (r.a.e.), müctehid imamlara ve onların yolundan giden alimlere hüsnü zanna ve engin bir sevgiye sahip olmaktır. “Ey Rabbimiz, bizi ve iman ile bizden evvel geçmiş olan kardeşlerimizi bağışla, îman etmiş olanlar için kalplerimizde bir kin bırakma. Ey Rabbimiz muhakkak ki sen raufsun -çok şefkatlisin, rahimsin- çok merhametlisin.” (Haşr, 10)
(Mehmed Çağlayan, Ehl-i Sünnet ve Akâidi, 11-297)