Mü’minlerden her fâsık ve sâlihin arkasında namâz kıl­mak câizdir. Çünkü Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in: “Her sâlih ve fâcirin arkasında namâz kılın, her sâlih ve fâcirle bera­ber savaşın” sözünde de Râfizîlere red vardır.
Kim ki, fâsık ve fâcir olan imâmın arkasında cemaatle ve Cuma namâzını kılmayı terk ederse, o kimse bilginlerin ekserisi katında ehli bid‘attandır. Sahîh ve doğru olan, onun arkasında Cuma ve diğer namâzları kılar ve namâzı iâde etmez.
İbn Mes‘ûd ve diğerleri (r.a.e.) Velîd bin Ukbe bin Ebû Muayt’ın arkasında namâz kılardı. Halbuki bu adam şarap içerdi. Hattâ bir sabah namâzının farzını onlara dört rek‘at kıldırdı. Sonra “size ziyâde kıldırdım” dedi. Bunun üzerine de İbn-i Mes‘ûd (r.a.) “Biz bir kaç günden beri seninle ziyâ­deye devâm ediyoruz.” dedi.
Müntekâ adlı kitâbda zikredildiğine göre Ebû Hanîfe (r.a.)’e Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin mezhebini sordukların­da, şöyle cevâb verdi; “Senin Hz. Ebû Bekir (r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.)’i efdâl kılman Hz. Osman (r.a.) ile Hz. Alî (r.a.)’i sevmen, mestler üzerine mesh edilmesini câiz görmendir.
Bunlar arasında ilk olarak halîfeliğe geçenler daha ef-dâldir. Onları her müttakî olan sever, münâfık ve şakî olan sevmez, onlara buğzeder.
Sonra diyor ki, mestler üzerine, mukîm olanın bir gün bir gece, misâfir olanın ise üç gün üç gece meshetmesinin câiz olduğunu ikrâr ediyoruz.
Çünkü hadîs-i şerîfte böyle vârid olmuştur. Bunu kim in­kâr ederse, kâfir olmasından korkulur. Çünkü bu hadîs te­vâtüre yakın bir rivâyetle nakledilmiştir. Seferde dört rek‘atlı namâzları iki rek‘at kılmak sûretiyle kasretmek (kı­saltmak) ve Ramazan ayında seferde iken oruç tutmamak Kur’ân-ı Kerîm’de vârid olan âyeti celîleye göre bir ruhsâttır.
(Aliyyül Kârî, Fıkh-ı Ekber Şerhi, 203-205.S.)