Allâhü Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de bizlere şöyle hitap eder:
“Şüphesiz Allâh katında din İslâm’dır. Kendilerine kitap verilenler, onlara ilim geldikten sonra, sırf aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler.” (Âl-i İmran s. 19)
Yani, Allâh indinde İslâm’dan başka makbul bir din yoktur. İslâm dini tevhiddir ve Nebi (s.a.v.)’in  getirdiği yolu yol olarak seçmektir. Âyette, kendilerine kitap verilenlerden kastedilen Yahudi ve Hristiyanlardır. Veya önceki kitapların erbabı olanlardır. Onların ihtilafı İslâm dini hakkında oldu. Mesela bir kısmı “haktır” derken bazıları “Arapların dini” dedi. Bazıları ise tümüyle reddetti. İhtilaf tevhid akidesi hakkında da olabilir. Mesela Hristiyanlar teslise inandı. Yahudilerin bir kısmı “Üzeyir Allâh’ın oğludur” dediler. Veya ihtilaf edenlerden kastedilen Hz. Musa (a.s.)’ın kavmi de olabilir. Çünkü Hz. Musa (a.s.)’dan sonra ihtilaf ettiler.  Keza Hristiyanlar da olabilir, onlar da Hz. İsa (a.s.) hakkında ihtilaf ettiler. Bütün bunların ihtilafları, işin hakikatini iyice öğrenerek ayet ve delilleri iyice bildikten sonra oldu. Onları buna sevk eden haset, baş olma sevdası gibi durumlardı. Yoksa bir şüpheden veya ihtilaf edilen konuda bir gizlilik olduğundan değil. Bu bakımdan imân etmeyen ehl-i kitabın hali diğer müşriklere göre daha çirkindir.
“Kendilerine ellerindekini (Tevrat’ı) tasdik eden bir kitap (Kur’ân) gelince (onu inkâr ettiler). Halbuki, daha önce (bu kitabı getirecek peygamber ile) inkârcılara karşı yardım istiyorlardı. (Tevrat’tan) tanıyıp bildikleri (bu peygamber) kendilerine gelince, onu inkâr ettiler.” (Bakara s. 89)
Yahudiler, müşriklere galip gelmek için böyle bir kitabın gelmesini bekliyor ve “Allâh’ım, Tevrat’ta bildirilen ahir zaman peygamberiyle bize yardım et” diyorlardı. Veya burada kastedilen, kendilerinden bir peygamber çıkacağı, zamanının yaklaştığı zannında bulunmalarıdır. Böylece onlar, önceden bildikleri hak geldiğinde, hasetleri ve riyâsetlerinin ellerinden kaçması korkusuyla Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimizi ve Kur’an-ı Kerîm’i inkâr etmişlerdir.
(Kâdı Beydâvî, Muhtasar Beydâvî Tefsiri, 1.c., 165-360.s.)