“Eğer Rabb (c.c.)’in dileseydi yeryüzünde kim varsa hepsi elbette imân ederdi. Böyleyken sen hepsi mü’min olsunlar diye insanları zorlayacak mısın?”       (Yûnus Sûresi, Âyet: 99)
Aleyhi’s-salâtü Ve’selâm Efendimiz, kavminin her ferdinin imân etmesine o kadar haris idiler ki, tek arzuları cümlesinin imân etmeleri idi. Çünkü tab’an kemâle müstaid olan, rahmet-i külliyenin tahakkukuna çalışır, cümlesinin imân edip mağfiret olunmalarından başka arzusu olmaz.
Hikâye olunduğuna nazaran Mûsâ (a.s.) Tûr’a giderken yolda Allah (c.c.)’ın velilerinden birine rast geldi. Selâm verdi; fakat karşılık bulamadı. Münâcat mahalline vâsıl olunca dedi ki:
– “Yâ Rabbi, kullarından bir kula selâm verdim, selâmımı almadı. Cenâb-ı Hakk (c.c.):
– “Yâ Mûsa (a.s.)! Bu kul altı günden beri benimle de konuşmuyor.”
Mûsâ (a.s.) sebebini suâl ettiğinde Cenâb-ı Hakk (c.c.):
– “Çünkü o, benim bütün günâhkarları mağfiret edip cümlesini Cehennem’den azâd etmekliğimi istiyor. Ben de bu arzusuna icâbet etmedim, altı gündür benimle konuşmaz.”
Allah-û Teâlâ (c.c.) Habibi Muhammed (s.a.v.)’de aynı şiddetli arzuyu gördüğü için bu âyet-i celîleyi inzal buyurup: “Rabb (c.c.)’inin meşiyet-i ilâhiyyesinde olmayan bir hususda îmân etmeleri için insanları zorlayacak mısın?” buyuruldu.
(Yûnus ve Hûd Sûreleri, Hz. M.Sâmi (k.s.)